thumb image

HAYIRlı Haberler

KHK İLE İHRAÇ EDİLEN İBRAHİM KABOĞLU: BENİM SUÇUMU SÖYLESİNLER!

686 sayılı KHK ile Marmara Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu, sadece anayasal bilgi verme görevini yerine getirdiğini söyledi

OHAL’de anayasa yapılamayacağını belirten Kaboğlu, referandum için ilk kez kendisinin ‘hayır’ dediğini vurguladı ve “Benim suçumu söylesinler! Ver adliyeye yargıla beni!” dedi.

Kanun Hükmünde Kararname ile Marmara Üniversitesi’ndeki görevinizden ihraç edildiniz. Size bir gerekçe açıklanmadığını biliyorum. İhracınızla ilgili bir öngörünüz ya da duyumunuz var mıydı?

Yoktu. Ben bilindiği gibi 15 Temmuz Darbesi karşısında, Türkiye’de artık darbenin bittiğini anlattım. Hatta öğrencilerimin önünde derslerim gereği ‘darbe’ sözcüğünü telaffuz ettiğim sırada geri alma özenini gösterdim. “Genç kuşaklara ‘darbe’ sözcüğünü meşrulaştırıcı, böyle bir izlenim yaratıcı söylemlerde bulunmamalıyım, ‘darbe’ sözcüğünü geri alıyorum. Tarihimiz darbelerden çok çekti; dolayısıyla ben kullanmamalıyım, başka bir sözcük kullanmalıyım” dedim. Benim adımın darbe ile yan yana getirilmesi mümkün olmadığı gibi, cemaat ile de yan yana getirilmesi mümkün değil.

Cemaat ve tarikat bir dinsel ayin, dinsel topluluk olarak mevcut olabilir fakat bunların iki önemli sınırı var: 1-Din özgürlüğünü kötüye kullanmayacak, yani 14. madde aleyhinde kullanmayacak. 2-Politikaya bulaşmayacak. Artı olarak 24. maddenin son fıkrası, politikacılara ilişkin olarak “Dini politikaya alet etmeyin” der. Benim yazılarım ve konuşmalarım hep “24. madde sürekli ihlal ediliyor, çünkü Gülen Cemaati başta olmak üzere cemaatler 24. maddede öngörülen din özgürlüğünün dışına çıkıyor” şeklindeydi. Politikacıları da 24. maddenin son fıkrasında tanımlanan laiklik ilkesinin negatif anlamda dışına çıkıyorlar diye eleştiriyordum.

Hatta yaklaşık 20 yıl oluyor, Fethullah Gülen yeni yeni gündeme geliyordu, 28 Şubat döneminde “Cemaat sivil toplum örgütüdür” dendiği zaman, “Hayır, cemaat sivil toplum örgütü değildir, çünkü STK’dan söz edebilmek için, örgüte giriş, örgütteki faaliyetler, örgütten çıkış serbest ve saydam olur” diyordum.  Ama o zaman öyle bir dalga vardı ki cemaate “sivil toplum” demek demokrat olmanın ölçütüydü.

Adım darbe ve FETÖ ile yan yana gelemez!

Yani hem darbelere, hem de Fethullah Gülen Cemaati’ne karşın sert bir tavrınız vardı?

1-Darbeyle İbrahim Kaboğlu adını yan yana getirmek mümkün değil. 2-Cemaatle İbrahim Kaboğlu adını yan yana getirmek de mümkün değil. Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği Başkanı olarak, Önce Demokrasi Hareketi’nin öncüsü ve sözcüsü olarak hemen bildiri yayımladık “Kesinlikle darbeyi lanetliyoruz ama darbeci de olsa, darbeye karışmış da olsa onların da adil yargılanma hakkı var” dedik. Sonra KHK’lar yayımlanmaya başladı “Hayır, bunlar anayasaya aykırıdır” dedik. Eğer sen yeni bir darbe ortamını açmak istemiyorsan, buna engel olmak istiyorsan, darbecinin de hukukunu korumak zorundasın. Fakat ne oldu sonra? Anayasa dışı KHK’lar yürürlüğe konmaya başlayınca, biz darbecilerin bile hukukunu korurken, “Onlara işkence etmeyin, onları öldürmeyin, onlara kötü muamele etmeyin, onları adil bir biçimde yargılayın” diyor iken bu kez darbeyle hiç ilgisi olmayan kesimi de darbe vesilesiyle yaptırıma tabi tutuyorsunuz. Bu darbe fırsatçılığıdır. Bu darbeyi sulandırmaktır.

İlk kez ben “Hayır” dedim

Darbe girişimi OHAL ve beraberinde de Kanun Hükmünde Kararnamelerin doğmasına sebep oldu. Bir de bu süreç içinde Anayasa Paketi devreye girdi…

Darbenin tortularını, kalıntılarını temizleyebilmeniz için anayasaya ve hukuka uymanız gerekir. Türkiye’nin bir kez daha darbe ortamına sürüklenmemesi için hukuka ve anayasaya riayet etmeniz gerekir. Biz anayasa ve hukuk dışılığı hep kınıyorduk, buna karşı çıkıyorduk. Hatta 16 Ekim’den itibaren Sayın Bahçeli’nin “Bu yönetim anayasa dışıdır, bu yönetim fiili bir yönetimdir” dediği andan itibaren ben 23 Ekim günüydü sanırım. Demokrasi İçin Birlik toplantısında, Şişli Kent Kültür Merkezi’nde ilk kez ‘hayır’ dedim. “Olağanüstü halde anayasa değişikliği yapılamaz” dedim. Ondan sonra “OHAL’de anayasa değişikliği yapılabilir mi, yapılamaz mı?” yönünde tartışmalar Türkiye’de başladı.

Anayasa değişikliği tartışılarak yapılır

Referandum yapılabilir mi?

Hayır. Haliyle tabii referandum da yapılamaz. Anayasa değişikliği yapılamaz, çünkü anayasa değişikliği tartışılarak, konuşularak yapılır. Bu anayasa değişikliği paketi nerede tartışıldı? Nerede konuşuldu? Kim tartıştı? Bizim röportaj yaptığımız masa belli, ama onlar hangi masada oturdu? Ne için o maddeyi öyle değil de farklı yazdılar? Ne için “600 milletvekili” dediler de örneğin “550 artı 150 kişilik senato” demediler?  Benim birkaç yerde söylediğim gibi, 1976 Kanuni Esasi’yi kimler hazırladı bunu biliyorum ama 2016 Aralık’ında ortaya çıkan bu metni kimin hazırladığını bilmiyorum.

Geçtiğimiz haftalarda CHP Milletvekili İlhan Kesici, “Anayasa cami avlusuna bırakılmış gibi, çünkü sahibi yok ” yorumunu yaptı. Şimdi aynı şeyi siz de söylüyorsunuz, kimin imzası var, kim hazırladı evet ortada isim ya da isimler yok. Bunun zararı nedir?

Anayasa hepimizin içinde kendimizi hissedebileceğimiz bir metindir. Anayasa hepimizi bağlayacağına göre, o zaman “Bunu kim yaptı, neden o şekilde yaptı da bu şekilde yapmadı? Bu neden uzlaşma olmadan yapıldı? Neden iki partiye indirgendi, peki o iki parti ne için sadece o kişiye yaptırdı? O kişi nerede çalıştı? O kişinin danışmanları kimlerdir? O kişiler kimden görüş aldılar?” soruları önemlidir. Bunu hiç bilemedik. 12 Eylül’de bile anayasa yapılmadan önce birçok kesimden görüş alınmıştı, peki şimdi bunlar kimseden görüş almadan mı yaptılar bunu? İki partiden birer avukat dendi, temsilci milletvekili… Peki, onlar yok ortada… Onlar hazırladılarsa niçin hiç kamuoyuna çıkmıyorlar? Onlar hazırlamadılarsa neden “Biz hazırladık” dediler? Biz bunu sorgularken, saray danışmanları “Biz hazırladık” dedi.

Bakanların istifa etmesi gerekiyor

“PKK, HDP ve FETÖ ‘hayır’ diyor, işte bu nedenle ‘evet’ diyoruz” söylemini nasıl değerlendirirsiniz? İnsan hakları açısından bunu nasıl yorumlarsınız?

Şimdi bir kere şunu söylemek lazım, bu bir referandum kampanyası değil. Referandum kampanyası olması için tarafların eşit olması lazım. Düşünün ki, 16 Nisan bir seçim dönemi olsaydı yani çoğunluk partisinin ortaya çıkacağı bir seçim olsaydı,  Bekir Bozdağ ile Süleyman Soylu’nun görevde kalmamaları gerekiyordu.

Neden?

Çünkü kamu hizmetleri tarafsız sağlansın, valiler bir partinin lehine çalışmasın diye. Anayasa gibi bu kadar büyük bir şeyde, Türkiye 21. yüzyılını oylayacak. Bakanın istifa etmesi için açık hüküm yok ama bir kere etik olarak istifa etmesi gerekiyor.

Adalet Bakanı’nın mı özellikle?

Tabii; Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanları’nın. Etmedikleri gibi Adalet Bakanı ne yapıyor? “Hayır diyenler teröristtir” diyor. İstifa etmesi bir kenara, konuşması bir yana, ‘evet’ için propaganda yapması bir yana, ‘hayır’cıları terörist ilan ediyor. Bu, insan haklarının daha baştan tümüyle inkârı demektir. ‘Hayır’ oyu verecek olan kesimi, daha baştan suçlandırıyor, yargısız infaz yapıyor.

Ver adliyeye, yargıla beni!

Sizce, neden ihraç edildiniz?

İbrahim Kaboğlu olarak bir yıldır Önce Demokrasi Hareketi’ni oluşturmuşsunuz, anayasa toplantıları, anayasa tartışmaları yapıyorsunuz ve sizin hiçbir biçimde darbeyle, cemaatle ilişkiniz yok. Ömür boyu şiddete karşı bir söylem geliştirmiş bulunuyorsunuz ve sizi bir gece tutuyorlar, adınızı KHK’ya ekliyorlar, görevinizden ediyorlar, görevinizden ettikleri gibi özlük haklarınızdan, kazanılmış haklarınızdan ediyorlar, pasaportunuzu elinizden alıyorlar, yurt dışındaki derslerinize gitmenizi engelliyorlar. Benim suçumu söylesinler o zaman! Ver adliyeye yargıla beni!

Peki, o zaman ben bunları, bu ağır yaptırımı hatırlayınca ve Adalet Bakanı’nın, Başbakan’ın, Devlet Bahçeli’nin, Cumhurbaşkanı’nın ‘hayır’a karşı kampanyalarını, oradaki dillerini hatırlayınca, “Acaba?” diyorum! Tabii ki benim söylemim “Siz evet, siz hayır verin” şeklinde olamaz, çünkü uzmanın, benim görevim anayasal bilgilenme hakkını sağlamak. Sizin bir yurttaş, gazeteci ya da başka meslek mensubu olarak anayasal bilgilenme hakkınızı kullanabilmeniz için, benim size anayasal bilgi verme görevim var. Benim görevim bu, benim uzmanlığımın gereği bu, o nedenle ben konferans veririm, yazı yazarım, televizyonda konuşma yaparım, gazetecilere röportaj veririm. Halkı aydınlatmak için… Bu benim görevim. Ben sadece bunu yaptım!

Türkiye Erdoğan’ı değil, geleceğini oyluyor

Anayasa profesörü olarak görevinizi yaptığınızı ve bunun için de suçlanamayacağınızı mı söylüyorsunuz?

Tabii suçlanamam. Ben kimseye “Evet ver, hayır ver” demedim. Kimse “Evet ya da hayır vereceği için suçludur” demedim. Benim yaptığım ve bundan sonra yapacağım uzmanlığımın gereği olarak, toplumun, oy verecek seçmenlerin anayasal bilgilenme hakkını sağlamak ve anayasal kamuoyunun oluşması için katkıda bulunmak. Çünkü Türkiye toplumu geleceğini oyluyor. Sakın ha!  Türkiye toplumu ne Bahçeli’yi, ne Yıldırım’ı, ne Kılıçdaroğlu’nu, ne de Erdoğan’ı oyluyor. Türkiye toplumu geleceğini oyluyor.

YURT (Ülkü ÇOBAN) – 24.02.2017

DEMOKRASİ İÇİN BİRLİK

Demokrasi İçin Birlik; katılımcı ve çoğulcu yeni bir demokrasiyi, her türlü farklılığın tanındığı ve bu farklılıkların kamusal alanda yer bulduğu bir demokratik yaşamı hedefleyen, herkesin eşit ve çoğulcu bir anlayışla katıldığı, hiçbir siyasi görüş ya da partinin şemsiyesi altında olmayan bir birlik hareketidir.

BİZE ULAŞIN

[email protected]
www.demokrasiicinbirlik.com

© 2014-2024 DEMOKRASİ İÇİN BİRLİK. Her Hakkı Saklıdır. dibNot | Demokrasi Sayacı | Demokrasi Forumu