Genel Başkan Oya Ersoy, Halkevleri Olağanüstü Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, karşı olanların savaşa karşı açıktan tutum alması gerektiğini belirterek, bugün savaşa karşı duramayanların diktatörlüğe karşı da duramayacağını, barışı inkar edenin, diktatörlükle mücadele edemeyeceğini belirtti.
Dünyanın ve ülkenin “sol”a ihtiyaç duyduğunu vurgulayan Ersoy, “yeni bir siyaset, yeni bir örgüt, yeni bir ülke kuracağız” dedi.
Demokrasi İçin Birlik’in aktif mücadele ortaklarından Halkevleri’nin Olağanüstü Genel Kurulunda Genel Başkan Oya Ersoy’un yaptığı konuşmayı Sendika.org haber sitesinden alıntılayarak yayınlıyoruz.
“Sayın divan,
Siyasi partilerimizin, demokratik kitle örgütlerimizin, sendikalarımızın değerli temsilcileri, yöneticileri, mücadele arkadaşlarımız…
Ve bu salona ülkenin dört bir yanından kavganın, mücadelenin içinden gelen yol arkadaşlarım, hoşgeldiniz…
Bugün burada “Durdurabiliriz! Bu Memleket Bizim!” diyerek buluştuk.
Selam olsun içeride, dışarıda, derste, sırada; nerede olursa olsun; diktatörlüğe karşı direnenlere!
Selam olsun mahallelerde, kahvelerde, şehrin sokaklarında barışın, kardeşliğin bayrağını yükselten, bu ülkeyi diktatörlükle yönetemezsiniz diyen Halkevcilere!
Selam olsun savaş politikalarına meydan okuyan Barış Akademisyenlerine!
Selam olsun bir tiyatro oyununu halkın diktatörlüğe karşı direnişine çeviren Artvinlilere! Yasaklara karşı direnen tiyatroculara!
Selam olsun mahkeme salonlarında diktatörlüğe karşı direniş destanı yazanlara! Selam olsun Ahmet Şık’a!
Selam olsun “Kötülüğün iktidarında her şeyden çok hakikate ihtiyacımız var” diyen basın emekçilerine!
Selam olsun Adalet yürüyüşçülerine!
Selam olsun Adliye önlerinde “Adalet Nöbeti” tutan, savunma hakkına sahip çıkan avukatlara!
Selam olsun cesaretini bulaştıran Selahattin Demirtaş’a, Figen Yüksekdağ’a…
Bu memlekette düşmanlaştırılan 4 K’nin; Kadın, Kürt, Kızılbaş, Komünist’in birleştiği sevgili Gültan Kışanak’a…
Ve onların şahsında hapishanelerdeki tüm vekillerimize, belediye başkanlarımıza! Tüm yoldaşlarımıza selam olsun!
Selam olsun iktidarın çaresizliğini gösteren Yüksel direnişçilerine! Ankara’nın Veli’sine! Selam olsun Nuriye-Semih’e!
Ve selam olsun hayatlarımızdan, mücadelemizden, özgürlüğümüzden vazgeçmiyoruz diyen kadınlara!
Selam olsun tarihin her döneminde faşizme karşı direnişin bayrağını yükselten devrimci gençlere!
Selam olsun Haziran isyanında, 10 Ekim’de, Suruç’ta! savaşa ve diktatörlüğe karşı mücadelede yitirdiğimiz yoldaşlarımıza!
Sana söz barınma hakkı mücadelesinin abisi Fuat abi; halkın haklarıyla yaşayacağı bir ülkeyi kuracağız!
Sana söz Salih Yıldırım, Mamağın Salih Hocası; bir gün o yoksul mahallelerden sel gibi akıp meydanlara halkın iktidarını kuracağız!
Sevgili dostlar,
Elbette ki en önemli gündemimiz Tek adam rejimi!. Onun bu ülkenin başına açtığı ve açacağı daha büyük belalar.
Biz O’nun ne olduğunu biliyoruz! O bir diktatörlük sevdalısı.
Neyi amaçladığını biliyoruz! Bu ülkeyi diktatörlükle yönetmeyi, o koltuktan bir daha kalkmamayı amaçlıyor. Bu amacını gerçekleştirirken ülkeyi yangın yerine çeviriyor.
Neye inandığını biliyoruz! Hiçbir şeye. Kendi kişisel çıkarının dışında hiçbir şeye.
Ne söylediğini biliyoruz. Yalan söylüyor! “Benim başörtülü bacıma saldırdılar” dedi yalan çıktı. “Camide içki içtiler” dedi yalan çıktı. Yalanları saymakla bitmez.
Bir tarihte “Kürt sorunu vardır” başka bir tarihte “Kürt sorunu vardır diye bir şey söylemedim” dedi. Sakın gülmeyin.. Geçenlerde “Türkiye özgürlükler ülkesidir” bile dedi.
Neden savaş çıkartıldığını biliyoruz!
Öncesi ve sonrasıyla bu savaş 2019 sürecinin aynasıdır. Egemenler arası birliği sağlamakta zorlandıkları, halkın sömürüye, baskıya, adaletsizliğe, dinsel gericiliğe/kadın ve çocuk düşmanlığına karşı kabaran öfkesini bastırmak için artık OHAL’in de yetmediği koşullarda savaş başladı.
Hatırlayalım; Siyasetin yukarı kademelerinde çatlaklar büyümeye başlamıştı. Yıllardır birlikte yürüdüğü Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi yol arkadaşlarından, Meral Akşener ve Saadet partisine, hatta Doğu Perinçek’e kadar eleştiriler geliyordu.
Yani kontrgerilla içinde 15 Temmuz sonrası sağladıkları geçici mutabakatın bozulmaya başladığı, sağın parçalanma eğiliminin AKP içine uzanacak kadar güçlendiği anda savaş başladı.
Toplumdaki hoşnutsuzluklar kendisini yeniden göstermeye başlamıştı…
Meclis önünde “Geçinemiyorum” diye kendini yakan, İŞKUR önünde soyunarak “İşçiyim, hakkımı alamıyorum, açım, bu devlet benim hakkıma sahip çıkmıyor” diye bağıran işçi karşısında iktidarın sözünün tükendiği anda.
Hemen her mitingde karşılarına çıkıp “Hani taşerona kadro verecektiniz!” diye soran işçiler karşısında sinirlenmekten başka bir şey yapamadıkları anda.
Evlenme yaşı konusunda Diyanet’e geri adım attıran, aynı zamanda İslamcı camianın içinde bile tartıştıran kadınların seslerini yükselttiği anda.
Grevin neredeyse adını dahi yasaklayan OHAL’e rağmen ülkenin en kara sicilli sendikası Türk Metal’in bile “grev” demek zorunda kaldığı bir anda.
İşsizlik arttığında, enflasyon yükseldiğinde, benzine zam üstüne zam geldiğinde…
Hesap belli: “Çatlak sesler sussun, herkes arkamızda saf tutsun”.
Amaaa OHAL de yetmez! Savaş da yetmez!
Barışı savunanları Kürtleri düşman ilan eden bir savaşa, Kürt halkını kendi politik varlığını yok sayan bir rejime boyun eğmeye ikna edemezsiniz.
Kadınları, gerici, cinsiyetçi, kadın düşmanı politikalarınıza itaat ettiremezsiniz. Tarihsel kazanımlarından vazgeçiremezsiniz.
Emekçileri, güvencesiz bir piyasanın cenderesine sokamazsınız.
Doğasına, kentine, kültürüne sahip çıkan yaşam savunucularına yağma talan politikalarınızı kabul ettiremezsiniz.
Öğrencilere bilimsiz üniversiteyi, yurttaşlara dinci eğitimi,/ çocuk istismarcılığına sessiz kalmayı kabul ettiremezsiniz.
Kısacası bu ülkeyi, bu halkı Neoliberal İslamcı bir diktatörlükle yönetemezsiniz!
Sevgili dostlar,
Açık ve net olarak söyleyelim; Savaş değirmenine su taşımak diktatörlük inşasına su taşımaktır. Bu savaş, tek adamın, ülkeyi kendi kişisel varlığına indirgeyip kendi iktidarını koruma kavgasını “milli dava” olarak sunmasına hizmet etmektedir. İktidarı zayıfladığı anda onu güçlendirmektedir.
Üzülerek belirtmem gerekir ki, CHP merkezi de bu savaşın diktatörlükle ilişkisini kurmayarak ve aktif destek vererek 15 Temmuz’dan sonra şimdi bir kez daha tekrarlanan “milli mutabakat” oyununa dahil olmuştur.
15 Temmuz sonrası “milli mutabakat” değildi. Bugün de ortada “milli dava” yoktur.
Ortada ortak bir davası, çıkarları “aynı” olanlar değil, bugün ve gelecekte çıkarları ayrışmış olanlar vardır. Tek adam rejiminin çıkarları ayrı, halkın çıkarları ayrıdır. Bir tarafta emperyalist sömürgecilik, ülke varlıklarının yağmalanması, vahşi emek sömürüsü, dinsel gericilik, kadın düşmanlığı, cinsiyetçilik; diğer tarafta eşitlik, özgürlük, laiklik, barış, insanca yaşam isteyenler vardır!
Buradan açık çağrımızdır. Bugün savaşa karşı duramayan diktatörlüğe de karşı duramaz. Barışı inkar eden güç, diktatörlükle mücadele edemez!
Cihatçı çetelerle birlikte, diyanetin savaş fetvalarıyla yürütülen bir savaşın arkasında durursanız Laikliği savunamazsınız.
Savaşa hayır diyenin tutuklandığı, hain ilan edildiği, linç edildiği bir ülkenin yaratılmasına ortak olursanız özgürlük diyemezsiniz.
Dostlar! Bugün ihtiyaç olan bağımsız bir siyasettir!
Sol kendi bağımsız siyasetini kurabilir, bu mümkündür. Bağımsız siyaset kurabilmek için sol akıl yeterlidir.
Dünyada sol yoksa; işte dünya bu hale gelir.
Trump’lı ABD, Putin’li Rusya, vahşi kapitalist Çin, her biri dünya egemenliği için, bölgesel egemenlik için hem birlikte, hem birbirine karşı dalaşır. Arada halklar ezilir, sömürü artar.
Bölgede sol yoksa;
Ortadoğu, Afrika, Asya bu hale gelir. Son 30 yılda milyonlarca insan Ortadoğu’da katledilir. Milyonlarcası yurdundan olur. Irak’a, Suriye’ye, Mısır’a, Tunus’a, Libya’ya, Yemen’e, Somali’ye mezhep, aşiret, din savaşları musallat olur.
Ülkemizde sol yoksa; milyonlar açlık sınırının altında yaşama mahkum edilir. İşsizlik, yoksulluk, kadın cinayetleri, çocuk istismarı artar. Basın tek adamın megafonu haline getirilir. İnsan hakları, yargı, hukuk ortadan kalkar. Halkın yaşamı ırkçılık ve mezhepçilik ile kuşatılır. Yağmacılık, sürekli savaş ve baskı siyaseti egemen olur.
Erdoğan’ın sol’a saldırmasının asıl nedeni, sol’dan nefret etmesinin asıl nedeni nedir?
Çünkü; Sol akıl hakim olduğu sürece, sol alternatif olduğu sürece, diktatörlüğe kimseyi ikna edemezler de o yüzden.
Kendi aklına, kendi önerisinin gücüne inanan başka akıllara yasak koyar mı? Koymaz. Üstelik tam tersini yapar. Farklı önerilerin saçmalığı, zayıflığı ortaya dökülsün ki kendi aklının gücü kanıtlansın diye düşünür.
Oysa onlar, düşünceyi yasaklar, twit atmayı yasaklar, toplantı yapmayı yasaklar, savaşa hayır demeyi yasaklar, İşçi grevlerini yasaklar. Kızlı erkekli evler yasaklanır, sınıflar, plajlar, otobüsler ayrılır…
Çünkü bilirler ki “Ayaklar baş olamaz” lafına karşı “eşitlik istiyoruz” denirse bütün düzenleri çöker.
“Kadın erkek eşit değildir” sözüne karşı “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diye çıkıldığında bütün iktidarları sarsılır.
“Benim komutanım, benim valim, benim belediye başkanım” lafının karşısına “onlar senin değil halkın hizmetlisidir” denirse bütün hiyerarşileri çöker.
“Adalet mülkün temelidir” yerine “Adalet toplumsal hakkın, toplumsal eşitliğin temelidir” denirse bütün hukukları çöker.
Devlet severlik yerine yurtseverlik konulursa, halkı Tek Adam rejimine razı etme hayalleri biter.
Savaş yerine barış konursa, ne bir seçim kazanabilirler ne de yaptıklarının hesabını vermekten kurtulabilirler.
Tebaalık yerine yurttaşlık konursa kimseyi kendilerine biat ettiremezler.
Gericilik yerine laiklik konursa bu kadar kolay sömüremez, bu kadar kolay düşmanlaştıramaz, bu kadar kolay kandıramazlar.
Bu dünya düzeninde, bu ülke düzeninde, bu toplumsal düzende her soruna, her çıkmaza bir sol seçenek mevcuttur.
Yeter ki halkın saflarından bakılsın.
Yeter ki dünyadaki devrim mücadelelerinin yarattığı birikim kullanılsın.
Yeter ki ulaşmak istediğimiz hedeften; sosyalizmden vazgeçilmesin.
Sevgili dostlar;
Siyasal İslam dahil bütün sağ ideolojiler, halkın temel sorunlarına çözüm üretme kapasitesini yitirmiştir.
Kurtuluş soldadır.
Sağ politikaların tahrip ettiği ve parçaladığı, ülkeyi ve halkı yeniden inşa edecek tek güç soldur! Sol ilkelerdir.
Birincisi Eşitlik! Artık bu ülkede eşitsizlikler kastlaştı, devlet eliyle yukarıdan aşağı örgütleniyor. Artık kimse birbiriyle sözde bile eşit değil. Ne evde ne sokakta ne okulda ne mahkeme salonunda ne işyerinde ne mecliste… AKP’li CHP’liyle, Yozgatlı İzmirliyle, Kürt Türk’le, Alevi Sünni’yle, kadın erkekle, çocuk yetişkinle eşit değil. Ve eşitsizliğin en tepesinde tek adam oturuyor. Eşit olmamak mutlaklaştırıldı ve kutsandı.
Tüm bu eşitsizlikler bir direnme nedeni, eşit olmak için verilen mücadele kurucu bir siyasal ilkedir.
İkincisi Özgürlük! Artık bu ülkede özgürlüğün kırıntılarından bile söz edilemez oldu. Basın özgür değil, üniversite, bilim özgür değil. Sendika, grev, toplu sözleşme özgür değil. Seçimler özgür değil, örgütlenmek özgür değil. İfade etmek özgür değil, eylem özgür değil, düşünmek bile özgür değil. İnsan hakları hiç özgür değil.
Özgürlük talebi bir direnme nedeni, özgürlüğü örgütlemek kurucu bir siyasal ilkedir.
Toplumsal barışın, kardeşliğin ve birlikte yaşamın, demokratik bir ülkenin ön koşulu Laikliktir. Dinci gericiliği ortadan kaldırmak, toplumsal yaşamın dinsel kurallara göre örgütlenmesinin, baskı altına alınmasının önüne geçmek için halkı koruyan, halkın çıkarına ve yararına bir laiklik anlayışının örgütlenmesi şarttır.
Gelecek nesiller için, kadınların eşitliği ve özgürlüğü için, Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı için, ülkemizi cihatçılara teslim etmemek için bu ülkede Laiklik mücadelesi yaşamsaldır.
Laikliğin savunulması devletin değil, yeni bir toplumun inşasının kurucu siyasal ilkesidir.
Bir diğeri Yurtseverlik! Yurtseverlik, devleti sevmek değildir. Hele hele egemenlerin kendi iktidarlarını korumak için geliştirdikleri ırkçı, şoven ideolojileri sahiplenmek, bu ideolojilerin figürleriyle özdeşleşmek hiç değildir. Ve ayrıca yaşamadığın bir toprağa göz koymak, diğer halkların üzerinde bir egemenlik talebi de değildir.
Yurtseverlik, üzerinde yaşadığın toprağın her şeyine; Yeraltı ve yerüstü varlıklarına sahip çıkmak, korumak, yağmalanmasına engel olmak demektir.
Yurtseverlik; Bu topraklarda yaşayan tüm halkları sevmek; dil, din, ırk, mezhep, cinsiyet ve cinsel kimlik ayrımı yapmaksızın bu ülkenin bütün insanlarının eşitliğini savunmak, haklarını korumak, sahip çıkmaktır.
Bu ülke toprakları üzerinde yaratılmış ve yaratılacak olan bütün kültürlere sahip çıkmak, bu kültürleri insanlığın ortak değeri olarak görmek ve korumaktır.
Üzerinde yaşadığın toprağın tarihine sahip çıkmak olduğu kadar o tarihle hesaplaşabilmek, özeleştirisini de vermek demektir. Bu topraklar üzerinde emperyalist emellere izin vermemek, onların taşeronu olmuş kontrgerilla cihazlarını tasfiye etmektir.
Kendimiz için, kendi halkımız için istediğimizi, başka halklar için de, tüm Ortadoğu halkları için de istemek demektir.
Bu prensiplerle donatılmış bir yurtseverlik bilinci tüm sahtekârların maskesini düşüreceği gibi, halkların eşitlik ve kardeşlik içinde yaşayacağı yeni bir ülkenin kurucu siyasal ilkesidir.
Ve son olarak Barış istemek; Kürtlerle savaş, Ortadoğu’da savaş siyaseti güdenlere karşı iktidar mücadelesi vermektir. Neden ve kimin için bu savaşlar? Bu savaşın Kürt ve Türk halklarına gözyaşı ve nefretten başka bir şey getirmediği hala kanıtlanmadı mı? Bu savaştan çıkar sağlayanlar sadece iktidarlarını bu savaş üzerinden tahkim etmeye çalışan iktidar sahipleri değil mi? Artık halkların kaderini, bu iktidar sahiplerinden ayırma vakti çoktan gelip geçmedi mi?
Barış talebi halkların birlikte direniş nedenidir, barış için mücadele ise halkların ortak bir ülke inşasının kurucu siyasal ilkesidir.
2019 bugündür dostlar! Gericilik, neoliberalizm, faşizm ve kadın düşmanlığı üzerinden yükselen diktatörlüğe karşı mücadelemiz, yeni bir ülkeyi kurma iddiamızdır.
Bu memleket bizim!
Şimdi, Eşitlik, özgürlük, barış, laiklik ve yurtseverlik ilkeleriyle bu memleketi yeniden kurma zamanıdır!
Bunun için;
Yeni bir siyaset kuracağız!
Yeni bir örgüt kuracağız!
Yeni bir ülke kuracağız!
Yolunuz, yolumuz açık olsun!”
Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy: Yeni bir siyaset, yeni bir örgüt, yeni bir ülke kuracağız!