Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, Sincan Cezaevi Yerleşkesindeki salonda yapılan duruşmalardaki savunması otoriter sisteme bir dik duruş ve tarihsel belge niteliğinde. Basından derlediğimiz satırbaşlarını sizlerle paylaşıyoruz:
DÖNEMİN BAŞBAKANI AHMET DAVUTOĞLU
“Davutoğlu başarısız bir kitap yazsa da önemli bir akademisyen ama siyasetçi olarak tam bir fiyasko”, “Bu olaylarda (6-8 Ekim Kobanê eylemleri ve Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi) neden bu kadar aceleciydi, neden yargıyı beklemedi. 1 saatte tüm bu vakaları nasıl çözdü? Bunları açıklamalı”
“Davutoğlu çözüm sürecine asla inanmamış bir siyasetçi”
“Davutoğlu, Neo-Osmanlıcı üst emperyal devlet örgütlenmesi kafasında kurmuş basiretsiz bir siyasetçidir. Kürt halkına eşit bir bakışı yoktur. Tam savaş rantçılığı yapmış çözüm sürecinin bitirilmesine katkı yapmıştır”
ADALETİN GERÇEKLEŞECEĞİNE İNANCIM YOK
“Siyasetçinin işi alternatifleri oluşturmak, alternatifleri zorlamaktır. Bunu yapmayan siyasetçi basiretsiz ucuz politikacı kan emicidir. Bir defa şükür olsun ki rabbimize bunun için vicdanen rahatız sonuna kadar uğraştık. Tek bir insanın canının kurtulmasına vesile olmuşsam ben bunun için bin yıl yatarım. Biz çatışmanın derinleşmesini önlemişsek, çözüm sürecinin bir gün bile uzaması için çalışmış, bir kişiyi bile kurtarmışsak bunun için bin yıl yatarım. Peki binlerce insanın katliamından sorumlu olanlar lüks içinde yaşayıp, devleti ele geçirip kudretli iktidarlarında keyif sürseler bile benim F tipi hücrede duyduğum huzuru duyabilir mi? Duyamazlar. Ben çok huzurluyum. En lüks saraydan daha da huzurlu şekilde Edirne’de F tipi hücrede yatıyorum. Yatmaya da devam ederim. Ne mahkemenizden adalet beklentim var ne adaletin gerçekleşeceği inancım var.”
“Türkiye’nin en azından demokrasi açısında önümüzdeki yıllarına yön verecek yargı dışında kimse yoktur. Siz hiç değilse bugüne kadar yapılan hukuk rezaletine bir son verebilirdiniz. ‘Bu kadar usulsüzlük var. Böyle bir dosya ile bir milletvekilini biz nasıl yargılayabiliriz’ diyebilirdiniz. ‘Böyle uyduruk bir iddianameyi biz sanığın yüzüne nasıl okuyacağız’ diyebilirdiniz. Ama ne yaptınız. İddianamede eksik gördüğünüz yerleri emniyet müdürlüklerine yazı yazarak tamamlamaya çalıştınız. Öncelikle beni dinlemeniz lazımdı. İtirazları mı dikkate almanız lazımdı. Bizler Türkiye’nin yurttaşlarıyız. Kendimizi özgür eşit yurttaş hissetmesek de, biz bu vatanın evlatlarıyız. Bu toprakların evlatlarıyız. Türkiye’nin parçasıyız. Kimse bize parya muamelesi yapamaz. Düşüncelerimizden, görüşlerimizden dolayı kimse bize bu ülkenin düşmanlarıdır diyemez. Adalet mülkün temelidir. Adalet olmazsa mülk sarsılır. Şu an sarsılıyor”
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNİ BELİRLEYECEK OLAN BİZİZ
“Ben buraya suçlamalara karşı savunma yapmak için değil suçları teşhir etmeye geliyorum”, “Asliye mahkemeleri öyle bir baskı altında dosyaları sürdürüyorlar ki inanılmaz. Mümkünse Demirtaş’ı siyaset dışı bırakmak için çaba içindeler. Beni bir an önce siyasi yasaklı konuma düşürmek için özel olarak bazı hakimlere avukatlar tarafından baskı yapıldığını biliyorum. Biz bu yargıya mı güveneceğiz. Beni siyasi yasaklı yapabilirler ama benim ölüm bazılarının dirisinden daha fazla siyaset yapar. Bana siyasi yasak getirdiklerinde oraya bir de ‘Halkla arasında sevgi saygı bağının koparılmasına’ diye yazmayacaklar. Hakkımda ömür boyu siyaset yasağı da konulsa ben siyasetçiyim. Hücrede de siyaset yaparım. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimini belirleyecek olan biziz. Kilit biziz anahtar biziz. Siyaset yasaklı da olsam biziz, olmasam da biziz. Kilit bizim elimizdedir. Bakalım ne yapacaklar göreceğiz.”
“Edirne Cezaevi’ne dik girdim, oradan da dik çıkacağım”, “Benim arkadaşlarıma tavsiyemdir: Ben orada ölürsem tabutumu da dik çıkarsınlar, yatay çıkarmasınlar”
KÜRT İFADESİNDE ‘K’NİN KÜÇÜK YAZILMASI
“Kürt halkı bütün halklar gibi onurlu bir halktır. (İddianamede) Hakaret babında “k” küçük yazılmış. Bu şekilde yazılması halka hakarettir. Düzeltilmesi lazım, itiraz ediyorum”
İDDİANAME BİR KUMPASIN PARÇASI
“Biz istihbaratın başındaki kişiyle birlikte bir çalışma yürüttük. Bir başka istihbarat örgütü de FETÖ aracılığıyla başka bir çalışma yapmış. Toplantılarda yaptığım konuşma dökümlerini bu haliyle kabul etmiyorum, detaylı çözümünün yapılmasını istiyorum. Sayın başkan bunları yapanlar FETÖ’cü. Sanığa güvenmiyorsunuz bunlara güveniyorsunuz”
“Benim suçlu olduğuma benim söylediklerime bakarak karar vermeyeceksiniz. Benim hakkımda söylenenlere bakarak karar vereceksiniz. Bu nedenle ben benimle ilgili söylenenler hakkında konuşacağım”
“Biz o dönemde birçok toplantı yaptık. Bazı toplantılarda PKK’ya sempatisi olan gençlere ‘Neden silahların bırakılması gerekir’ bunu anlatıyorduk. Bu arada çözüm süreci kapsamında İmralı’ya gidip geliyorduk. Toplantılarda bazen Öcalan’ın söylediklerini aktarıyor, bazen de kendi değerlendirmelerimizi yapıyorduk. Bunları dinleyerek, Öcalan’ın görüşlerini benim diye vermişler. Ben sanki bu toplantılarda PKK’yı övmüşüm. Böyle algı yaratmaya çalışmışlar”
‘CUMHURİYET’E DEMOKRATİK FORMAT ATILSIN’
“Tekrarlamayayım ama tekçilik üzerine inşa edilmiş, tek kimlik, tek inanç üzerine, yaşam tarzı üzerine inşa edilmiş ulus. Türkiye Cumhuriyeti devleti bunu yaratmak istedi, olmadı. Başarılamadı, Kürtler de diğer kimlikler de kabul etmedi. Biz de diyoruz ki; aradan yüzyıl geçti, cumhuriyete demokratik bir format atılsın. Cumhuriyet yürürken, bundan sonra devam ederken, demokratik öğesi daha da güçlendirerek devam etsin. Biz de bu cumhuriyetin, ülkenin bir parçasıyız. Burası bizim de anavatanımız, biz başka yerden sürgünle buraya gelmedik, geçerken yanlışlıkla sınırları geçip burada kalmadık. Mülteci olarak Türkiye’ye sığınmadık ki onların hepsini yurttaş olarak veya mülteci olarak hakları vardır ayrı bir konu ama biz bu toprakların insanlarıyız. Almanya’ya göç etmiş Kürtler veya Türkler değiliz. Alman hükümetinden ya da Alman devletinden ‘Türkçe eğitim istiyorum’ diyen Türkün bile orada hakkı varken, kendi anavatanındaki Kürdün ‘Ben anadilimde eğitim istiyorum, kendimi yönetmek istiyorum yerelde, bu devletin birliği ülkenin sınırları içerisinde ben de bir yönetime dahil olmak istiyorum’ demesi suç oluyor.”
İMRALI AKP İLİŞKİSİ
AKİL İNSANLAR
“Akil İnsanlar Komisyonu’ önerisi Öcalan’ın. Peki kim uyguladı bunu? Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan. Suç mudur bu peki”
2010 REFERANDUMU
“Boykot kararı aldık. Ne yaptılar biliyor musunuz? ‘Bunlar İmralı’dan talimat alıyor’ diyorlardı ya. Abdullah Öcalan’ın el yazısıyla Bakanın kendisi İmralı’dan yazı getirdi. Bana getirdi. Niye, referandumda hem parlamentoda hem dışarıda ‘evet’ oyu vermemiz için. İnkar ederlerse tanıkları burada dinleteceğim. Kabul etmedik. Hem yazıda öyle bir şey yok. Abdullah Öcalan’ın el yazısı. Defalarca adada, 8 defa ben İmralı’ya gittim. Yazı şu:
‘Partimiz hangi kararı verirse saygı duyuyoruz. Ama Anayasa değişikliği acaba yeni bir diyaloğun, çözüm sürecinin önünü açar mı, parti olarak değerlendirmenizi rica ediyorum.’
Destekleyin ya da desteklemeyin demiyor. Bunu İmralı’nın talimatı diye hükümet getirdi. Bizim İmralı’dan talimat aldığımızı söyleyenler Öcalan’ın el yazısıyla getirdi. Kabul etmedik. Boykot tavrımızı sürdüreceğiz dedik, uzlaşı istiyorsanız diğer maddelerdi. HSYK ve dil kimlik ile ilgili değişiklikleri geri çekin dedik. Kabul etmedik.”
CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIĞI
“2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi. 2014’te de İmralı çözüm süreci vardı. Hiçbir şekilde Cumhurbaşkanı adayı olma talebim yoktu. Ama partim beni aday gösterme kararı aldı. Onur duydum. Ne yaptı, İmralı üzerinde adaylığımı geri çekme baskısı yaptı. Tanıkları var. Devlet adına görüşmeyi yürüten heyet, ‘Beyefendi (Erdoğan) çok rahatsız oldu adaylığınızdan, hem çözüm süreci yürütüyor hem niye aday oldunuz’ dedi. Biz kendisinin kölesi miyiz? Cevabım buydu. Biz demokratik siyaseti güçlendirmek için çözüm süreci yürütüyoruz. Biz PKK’ye silah bıraktırmak için uğraşıyoruz da HDP’ye siyaseti bıraktırmak hedefler arasında değil. Biz demokratik siyasette güçleneceğiz deyince niye rahatsız oluyor? Çözüm sürecinin ruhuna bu aykırıdır.
Kampanyasının ortasında, gene tanık dinletebilirim, şu anda yüksek bürokraside görevli birisi geldi ve ‘beyefendi çok rahatsız’ dedi. ‘İkinci tura kalmamım kendisi açısından ne yararı var, çözüm sürecini hiç mi düşünmüyor.’ Çünkü anketler yüzde 10’un üzerinde gösteriyor beni, diğer aday Ekmelettin İhsanoğlu beklenen oyu alsaydı, ikinci tura kalıyordum. Cevabım aynen şu oldu: Kendisine söyleyin demokratik siyasete inanıyoruz. Demokratik bir şekilde de çalışmamızı yürütüyoruz. Bunun çözüm sürecine nasıl aykırı olduğunu iddia edebilir. Ben aday oldum son güne kadar da kampanyayı en güçlü şekilde yürüteceğim.
İnanamıyorum, niye uğraşsın ki koskoca cumhurbaşkanı bir siyasetçiyle niye uğraşsın. Uğraşır, uğraşacak çok şey bulur. 7 Haziran seçiminde parti olarak seçime girmeyelim diye İmralı üzerinden bize baskı yapmaya kalkıştılar. Devlet İmralı Heyeti; ‘Çözüm sürecine aykırıdır’ dedi. ‘20-25 milletvekili neyinize yetmiyor, bağımsız girersiniz’ dedi.
Niye, AKP’ye 400 milletvekili lazım. Tek başına Anayasa değiştirecek. Bir gün sonra HDP, PM kararı olmamasına rağmen parti olarak seçime gireceğini açıkladı. Partim 7 Haziran’da parti olarak seçime girmeliydi. Doğru yaptı. PM de hemen ardından oy birliği ile bu kararı aldı. Çünkü kendisi engellemeye çalışıyor. Kandil’in, İmralı’nın talimatlarıyla Demirtaş şunu yaptı diyenler, bana bunları yaptırmaya çalıştılar.”
AKP’NİN ÖZERKLİK VAADİ
“AKP’nin son yapılan 1 Kasım genel seçimlerindeki seçim beyannamesinden okuyorum. AKP’nin seçim taahhüdü; Avrupa Yerel Yönetimler Şartı ile uyumlu olarak merkezi idare ve yerel yönetimler arasındaki ilişkiler yeniden düzenlenecektir. Merkezi ve yerel yönetimler, birbirlerini tamamlayan ve vatandaşlarımıza hizmetleri en etkili şekilde ulaştırma sürecinde temel unsurlar olarak konumlandırılacaktır. Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında sağlıklı bir iş birliği ve koordinasyon esas alınacak, yerel yönetimlerdeki her türlü hizmet kamu hizmetinin asıl sorumlusu, yerel yönetimler olması gerektiği düşüncesindeyiz. Mevcut kültür merkezleri yerel yönetimlere bağlanacak, spor yerel yönetimlere bağlanacak, yerel yönetimlerin öz gelirleri arttırılacak, mahalli idarelerin tümünün gelirleri arttırılacak, yerel yönetimlerinin tümünün daha da güçlendirilmesine yönelik yasal ve kurumsal düzenlemeler yapılacak. Sağlık, eğitim, kültür, sosyal turizm çevre köy hizmetleri tarım hayvancılık imar ve ulaşım hizmetlerine yerel yönetimlerin etkileri arttırılacak, yeterli kaynak tahsis edilecek büyükşehirlerde ilçe belediyelerinin kaynakların arttırılmasına yönelik tedbirler alınacak, kent konseylerini daha etkin konuma getirecek. Bu da AKP’nin özerklik vaadidir.”
“Seçim beyannamesinde hükümet programında, parti programında kendileri de bir tür özerkliği savunmuşlar. Bizim özerklik modelimizde yerel yönetimlerde yetki, siyasi ve idari açıdan biraz daha fazladır, AKP bunu merkezde yetkileri biraz daha ağırlıklı tutarak öneriyor ve Avrupa yerel yönetimler özerklik şartını esas alarak. Çekince konulan maddeleri de kaldırmadan daha da kapsamlı öneriyor. 65. Hükümet programında da aynı maddeler parlamentoda Başbakan tarafından okunuyor. Hükümet programı oylamaya sunuluyor, kabul ediliyor ve normalde AKP bu seçim programı, parti programını, hükümet programını çerçevesinde Türkiye’de özerklik vaadinde bulunmuştur. Kendileri bu vaadi yerine getirmediler, onun yerine bütün yetkilerin bir kişide toplandığı başkanlık modeli, işte adı Cumhurbaşkanlığı sistemi denilen başkanlık modeli tek adam sistemine yöneldiler. Oysa AKP’nin de seçmene vaadi, topluma vaadi yerel yönetimleri güçlendirilmiş, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uygun bir özerk yerinden yönetim modeliydi.”
DOKUNULMAZLIKLAR VE MEDYA
“Bu manşetlerde ‘Demirtaş uzaylıdır’ diye yazsalardı uzaylı olduğuma inanılırdı. Terörist olduğumuz söylendi ve böyle bir algı yaratıldı, insanlar buna inandı. Bir el çabukluğuyla, medya manipülasyonu ile ‘bunlar terörist’ denildi ve derhal dokunulmazlıkların kaldırılması istendi”
‘ÖZERKLİK HENDEKTİR’ ALGISI YARATILDI
“AKP bunu bizim kadar cesur savunamadı, çünkü yetkiyi yerele devretmek istemez hiçbiri. Ne bir bakan devretmek ister, ne bir milletvekili ne Cumhurbaşkanı. O koltuğa oturan, nasıl havaysa civaysa ben de 12 yıl oturdum, tabii bunun bir buçuk yılı cezaevi koltuğunda geçti ama hiç değilse oturduğum o süre zarfında o koltuğun bana ait olmadığını hissederek oturdum. O koltuk halkın, milletin koltuğudur ve biz orada ne kadar az yetkiyle olursak, yetkiyi ne kadar fazla halka devredersek o kadar demokrasi uygularız düşüncesiyle hareket ettik. Bütün partili arkadaşlarımızın savunduğu buydu… Bizler ta ilk siyasete girdiğimiz günden bu yana savunduğumuz bir siyasi projeyi koşullar ne olursa olsun savunmaya devam ettik hendek barikat döneminde ısrarla parti projemizden geri adım atmamız için demokratik özerklik eşittir hendek-barikat algısı yaratıldı.”
“Bize bunu yapmaya çalıştılar biz de buna karşı çıktık. Demokratik özerkliği savunduk, hendek-barikatı eleştirdik. Kapatılması için uğraştık ve sonlanması için uğraştık. Onunla ilgili de çabalarımı, arkadaşlarımla birlikte neler yaptığımızı yeri geldiğinde her fezlekede ayrı ayrı ifade edeceğim.”
‘İLK HENDEKLER DİYALOGLA KAPATILDI’
“Türkiye’de hendek-barikat 2015 yılının sonbaharına doğru ortaya çıkmadı. İlk defa 2014 yılının sonuna doğru Cizre’de ve Diyarbakır-Bingöl karayolunda ortaya çıktı. Çözüm süreci devam ediyordu, Cizre’nin bazı mahallelerinde hendekler kazılmıştı. Diyarbakır-Lice yolunda o dönem orada hendek kazanlar, Cizre’de hendek kazanlar ‘İşte burada emniyet içerisindeki bazı gruplar hiçbir suçumuz yokken gece gündüz evimizi basıp bizi gözaltına alıyorlar. Emniyette karakolda günlerce tutuyorlar ve biz bu şekilde artık gözaltına alınmaktan bıktık’ şeklinde açıklamaları vardı.”
“Lice-Bingöl yolunda ise orada askeri bir büyük karakolun yapımına karşı çıkan köylüler, ‘Biz karakol yapılmasını istemiyoruz, barış sürecidir gerek de yok. Hem çözüm süreci ve barış süreci neden karakol yapılıyor’ diyordu. Onların da açıklamaları bu şekildeydi. Bu iki olayda da o dönem çözüm süreci heyetimizde bulunan İdris Baluken, Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve DTK Eşbaşkanı Hatip Dicle’nin çabası ve gayretiyle hiçbir operasyona, en küçük çatışmaya, askeri veya polisiye hiçbir tedbir almaya gerek kalmadan ikna yoluyla, diyalogla çözüldü. Bir yandan kaymakamla, bir yandan oradaki komutanla, diğer yandan valiyle ve İçişleri Bakanıyla, diğer yandan hendek ve barikatı kazan gençlerle, mahallelilerle ve insanlarla görüşülerek, ikna yoluyla kapatıldı. Niye bu örnekleri veriyorum; çünkü bundan yaklaşık 7-8 ay sonra birçok ilçede ortaya çıkan hendek-barikat, silahlı grupların mahallelerde yol kapatmaları vs. bütün bunlarla ilgili de ilk etapta hükümetle, oradaki kamu yerel yöneticileriyle kurduğumuz temsil bu model üzerineydi. Biz hep birlikte diyalogla bu işi, ikna ile çözelim.”
“Ağustos-Eylül 2015’te bazı ilçelerde yeniden hendek ve barikatların kazıldığı haberi basına düşünce biz Genel Merkez’de ve Parlamento grubumuzla birlikte de Meclis’te iki kapalı toplantı yaptık. Bizim yerel teşkilatlarımızdan aldığımız ilk bilgiler bunun Cizre ve Lice’dekini aşan, ondan daha yaygın bir şey olduğu şeklindeydi… Gerçekten ilk haberler geldiğinde bu kadar yaygın olduğunu, samimiyetimle ifade ediyorum ki bu aynı zamanda seçmenlerimize, partililerimize karşı bir özeleştiridir; bilmiyordum. Şunu da açık söyleyeyim; insanların büyük bir kısmı ‘Çözüm süreci bitirildi. Yeni bir parlamento oluştu, fakat seçimi tanımadılar seçimi yok saydılar, bizim irademizi, verdiğimiz oyları yok saydılar, dolayısıyla biz, bize yapılmış bu darbeyi kabul etmiyoruz’ diyordu. Daha politikleşmiş talep ve anlayışla mahallede yaşayan sivil insanların büyük bir kısmının da desteklediği bilgileri geldi. İlk anda kapalı Meclis toplantısında, PM toplantısında, MYK toplantısında ne yapabilirizi tartıştık… Hendek-barikat olan tüm ilçeler, 12 ya da 14 ilçeydi, bu ilçelerin tamamında Eylül ayı ortasından itibaren her gün iki veya üç ilçede miting yapma kararı aldık. Parti Genel Merkezinde aldığımız karar şuydu: Gittiğimiz her ilçede halka diyeceğiz ki; ‘Siz bize oy verdiniz, 7 Haziran’da biz seçildik. Evet, siyaset sıkıntılı, siyasette gerilim var ama bu gerilim siyasette kalmalıdır. Hendek, barikat, çatışma, silah yoluyla asla hiçbir gencimiz böyle bir girişimde bulunmamalıdır. Bir bedel ödenecekse de siyaseten biz bedel ödeyeceğiz!” Dolayısıyla hendek barikatların kapatılması konusunda çağrı yapmak üzere bütün bu ilçelere seri bir gezi düzenleyip miting yapma kararı aldık…”
HENDEK-BARİKAT OLAYLARI
“Gittiğimiz her yerde sadece miting konuşması da yapmıyorduk, hakla toplantılar, partimizin bu konudaki yaklaşımları, beklentileri, daha doğrusu halkın bu konudaki önerileri karşılıklı, doğrudan temas da kuruluyordu. Ya burada bir ateş alevlenmek üzere, biz bir damla su taşımaya çalışıyoruz, sırf HDP’ye basın ambargosu uygulama ve hendek-barikat olaylarını HDP’ye mal etmek, 6-8 Ekim’de olduğu gibi özellikle bana mal etmek için bütün bu açıklamalarımızı görmezden geldiler.”
“Hendek-barikat ilk ortaya çıktığında da hükümet daha ne yapacağını bilmeden, ben ve partim bütün bu yerleri gezerek ikna etmeye çalıştık ve kamuoyuna açık çağrı yaptık. Kapalı toplantılarda, parti teşkilatlarımız da orada, ne yapılması gerektiğini tartıştık. İkna edilecek, kendiliğinden kapatılabiliyorsa kendiliğinden kapatılma yolu, çok da uzamadan. Çünkü Türkiye yeni bir seçime gidiyor, yeni bir siyasi umut doğuyor.”
HER YERDE KAPSAMLI SİVİL İTAATSİZLİK BAŞLATTIK
“Kasıt değilse benim fikirlerimi tümden heyetin önüne sunalım, heyet takdir etsin, 9 tane konuşmamız fezlekeye dönüştürmüş peş peşe ama ben sadece 9 konuşma yapmamışım ki. 9 değil belki 200 konuşma yapmışım o aralıkta. Peki, 9’u niye seçilmiş? Niye bunlar cımbızlanmış? Daha sunacağım çok sayıda konuşmamla birlikte değerlendirildiğinde ne demek istediğim anlaşılıyor. Başka türlü anlayamazsınız. Savcılık bunu, özellikle fezlekeyi hazırlayan kolluk, bunun altına imza atan savcılık tamamıyla çarpıtmıştır.”
“Biz, sokağa çıkma yasağı kaldırılsın, hendek-barikat kaldırılsın diye bir direniş başlattık. Bunu o kadar çok yerde anlattım ki. Ben o günlerde ‘Biz direneceğiz’ dediğimde beni dinleyen halk anlıyor ne demek istediğimi herkes biliyor. Neyi başlattığımızı biliyor. Çünkü daha Eylül’ün ortasında başlattık biz o süreci. Sokağa çıkma yasakları başlayınca da sürekli bir faaliyete dönüştürdük. Sokağa çıkma yasakları sırasında ağır hak ihlalleri yaşanıyor, insanlar ölüyor, diyalog kurmamız da imkansız hale geliyor. Kimseyi ikna etme şansınız yok, çünkü giremiyorsunuz. Dolayısıyla her yerde kapsamlı sivil itaatsizlik başlattık ve biz bunun adına ‘Direniş’ dedik. Aslında açıklamanın kendisinde de böyle izah etmişim de, ‘Demirtaş’ın hendek-barikattaki terör faaliyetini direniş olarak adlandırdığı ve destekler mahiyette konuşmalar yaptığı’ bu şekilde çarpıtılmış.”
MERKEZ MEDYA VE KÜRT MEDYASI KONUŞMALARIMIZI VERMEDİ
“Hükümetin o dönemde yapmaya çalıştığı şuydu; bizden, özerklikten vazgeçmemizi istiyorlardı. ‘İşte özerklik budur. Bak, özerklik hendek-barikattır, siz de çıkıp bunu lanetleyeceksiniz.’ Biz özerkliği savunuyoruz, biz hendek-barikata karşıyız, durdurmaya çalışıyoruz ama hükümet, 10-11 yıldır istikrarla savunduğumuz bir siyasi projeyi, bu gerekçeyle ‘Çıkacaksın lanetleyeceksin’ diye siyasi baskı yapıyordu. Biz de kendimizi anlatmaya çalışıyorduk. Kusura bakmasınlar, hendek ve barikat var diye yıllardır savunduğum demokratik özerkliği savunmaktan vazgeçemezdim. Ama o dönem hendek ve barikata da karşı çıkmaya devam ettik. Bu ilçelerde yaptığımız konuşmaları ilginç bir şekilde merkez medya vermediği gibi, Kürt medyası da vermedi. Bütün o hendek olaylarını HDP’ye ve bana mal etmek için basın bu konuşmalarımızı vermedi. Sesimizi ilçe halkı dışında kimseye duyuramadık. Biz hendek ve barikat olayları kaldırılsın diye bir direniş başlattık. Bizim bu direnişimiz, iddianamede farklı yansıtılmış.”
SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARINDA HAK İHLALLERİ
“Birileri çıkıp AKP’ye ‘Başkanlık sistemini savunma’ diye baskı yaptığında geri adım atar mı? İnanıyorsa atmaması lazım. Biz de atmayacağız dedik. Demokratik özerkliği savunmaya devam edeceğiz dedik. Ama hendek-barikata da karşı çıkmaya ve kapatmak için uğraşmaya devam edeceğiz. Yapacağımız üçüncü şey de; siviller katlediliyor, ağır insan hakları ihlalleri yaşatılıyor, sivil yerleşim yerleri yakılıp yıkılıyor ve biz halkımıza, seçmenimize sahip çıkacağız. Hükümet de bu ağır insanlık suçundan dolayı teşhir edeceğiz.”
“Yüzlerce sivil katledildi, hepsi dosyalarda olduğu için tek tek burada okuyacağım, anlatacağım. Bebekler de katledildi. Yaşlı kadınlar da katledildi. Cenazeleri de günlerce çürüyene kadar sokaklarda bekletildi. Cenazenin alınmasına izin verilmedi. Keskin nişancı kurşunuyla katledilmiş bir kadının cenazesi 8 gün boyunca sokakta kaldı. Damadı ikinci gün, cenazeyi almak için evden çıktı, sokağa yürüdü, damadını vurdular, orada öldü. O cenaze de orada kaldı. Sekizinci gün, bizler Ankara’da girişimde bulunup Bakanlık, Başbakanlık, Meclis nezdinde kıyameti koparmamıza rağmen cenaze sekizinci gün oradan alınabildi. Bunun hendek-barikatla, özerkliği savunmakla, birilerinin eline silah almasıyla ne gibi bir alakası olabilir? Yaşlı, 76 yaşında bir kadın. Hepsini belgeleriyle ortaya koyacağım. Benim partim buna karşı nasıl sessiz kalabilir?”
İNSANLIK SUÇU İŞLENDİ
“O kadar acı şeyler yaşandı ki. Hiçbirinizin bunlardan haberi olmadığından eminim, çünkü okuduğunuz gazetelerde ve izlediğiniz gazetelerde yoktu. Bizler ancak tutuğumuz arşivle bunları belgeledik. Hem ulusal mahkemelerde hem de uluslararası mahkemelerde bunun yargılaması devam ediyor. AİHM tahmin ediyorum ki yakın zamanda bununla ilgili çok ciddi bir karar verecek. Karar ne yönde olacak? Göreceğiz, ama ağırlıkla ihlal kararı olacağından şüphem yok. İnsanlık suçu dediğimiz şeyler işlendi.”
VAHŞETİN TETİKÇİLERİ DARBEDEN TUTUKLU
“Bunlar Türk devlet yetkilerini kullandılar. Tamamı tutuklu, tamamı. Cizre komutanı, Sur, Silvan dahil olmak üzere, oradaki şehir operasyonlarını yöneten Adem Huduti dahil Yüksekova komutanı, Nusaybin komutanı, Şırnak komutanı. Tek tek, isimleriyle birlikte görevleriyle birlikte size anlatacağım. Hepsi darbeden tutuklu. Emniyet amirleri, hepsi açığa alınmış tutuklu. Aralarında kaymakamlar var. FETÖ’cü olarak tutuklu. Bunlar, hendek-barikat bahanesiyle bizim sorunu diyalogla çözmemizi engellerken içeride de bir vahşet yaşanıyordu. Bosna gibi bir katliam yapıyorlardı. Abarttığımı düşünmeyin. Hepsini burada tek tek anlatacağım. Madem dava açıldı bana, madem ben hükümet yetkilileri ve devlet görevlileri demek suretiyle ‘örgüt propagandası’ yapmışım, o halde anlatayım. Başka türlü içinden çıkamayız. Ne vahşetler yaşandığını göreceksiniz. Bu ülkede hakim olduğunuza utanacaksınız. İnsan olduğunuza utanacaksınız. Ben utandım. İnsanlık vicdanı, ahlakı taşıyan herkes utanır.”
İllüstrasyon: © AA / Yaşarcan Aygün
Ana Fotograf: © AFP 2018 / Ozan Köse
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.