20 Eylül 2018 tarihinde İstanbul’da ekonomik krize karşı emeğin haklarının korunması gündemiyle toplanan DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu aldığı kararları kamuoyu ile paylaştı. Aşağıda tamamını bulacağınız kararlarda öne çıkan sosyal politika önerileri şöyle:
- Asgari Ücret Yıl Sonu Beklenmeden Derhal Yeniden Belirlenmelidir
- Tüm Ücretlere Derhal Enflasyon Zammı Yapılmalıdır
- Kadroya Alınan Taşeron İşçilerin Ücretleri Derhal İyileştirilmelidir
- Emekli Aylık ve Gelirleri Derhal Güncellenmelidir
- Asgari Ücret Net Ödenmeli ve Gelir Vergisi Yükü Düşürülmelidir.
- KDV ve Diğer Dolaylı Vergiler Düşürülmelidir
- Kamusal Mal ve Hizmetlere Zam Yapılmamalıdır
- Üretken Olmayan Yatırımlar Durdurulmalıdır
- Toplu İşten Çıkarmalar Yasaklanmalı ve Yargı İznine Bağlanmalıdır
- İşsizlik Sigortası Fonu Krize Karşı İşçiler Yararına Kullanılmalıdır
- Krize Karşı Önlemleri Tartışmak Üzere Ekonomik ve Sosyal Konsey Derhal Toplanmalıdır
DİSK GENİŞLETİLMİŞ BAŞKANLAR KURULU
20 Eylül 2018-İstanbul
GİRİŞ: EKONOMİK KRİZ DERİNLEŞİYOR
Türkiye ağır bir ekonomik krize sürüklenmektedir. Krizi en kestirme özetleyen veriler, doların fiyatı, enflasyon, işsizlik ve faizlerdir. 2017 sonunda 3,79 TL olan dolar ağustos ayında 7 TL’ye çıktı. Halen 6,5 TL civarında seyreden dolar sekiz ayda TL karşısında yüzde 70 değer kazandı. Diğer bir ifadeyle TL yüzde 70 oranında devalüasyona uğradı.
Ekonominin diğer özellikleri döviz krizinin bir borç krizine dönüşmek üzere olduğunu gösteriyor. Son verilere göre Türkiye’nin dış borcu 467 milyar dolardır. Bu 2017 milli gelirinin %54’ü demektir. Bu borcun üçte ikisi özel sektöre (şirketlere ve bankalara) aittir. 12 ay içinde ödenmesi gereken dış yükümlülükler ise 180 milyar dolardır.
Krizin ilk önemli sonucu enflasyon olmuştur. Eylül ayında TÜFE yüzde 17,9, ÜFE ise 32,13 olarak gerçekleşti. Böylece Türkiye tekrar yüksek enflasyon dönemine girmiş oldu. ÜFE’nin kısa sürede TÜFE’ye yansıyacak olması nedeniyle yıl sonu tüketici enflasyonunun yüzde 20-25 aralığında gerçekleşmesi yüksek ihtimaldir. Nitekim bugün (20 Eylül 2018) açıklanan Yeni Ekonomik Programda (Orta Vadeli Program) 2018 enflasyon tahmini 20,9 olarak yer aldı.
Son olarak Merkez Bankası’nın döviz fiyatlarına müdahale etmek için faiz oranını yüzde 24’e yükseltmesiekonomik krizin önümüzdeki günlerde giderek derinleşeceğini göstermektedir. Yüksek faizlerin yatırımları durduracağı, yavaşlatacağı ve ekonomiyi soğutacağı biliniyor.
Türkiye ekonomisinin önümüzdeki dönemde ciddi bir daralma ve durgunluk dönemine gireceği ve buna enflasyonun eşlik edeceği görülüyor. İşsizlikteki artış bütün boyutlarıyla henüz TÜİK istatistiklerine yansımasa da İŞKUR verileri işsizlikteki artış eğilimini ortaya koyuyor. Yeni Ekonomik Program’da da işsizlikte artışın devem edeceği kabul edilmiş durumda.
Türkiye ekonomisi hem yüksek enflasyon, hem durgunluk, hem de küçülme ve yüksek işsizlik kıskacında birkaç yıl sürebilecek ve enflasyon içinde durgunluk olarak adlandırılan bir stagflasyon sürecine girebilir. Nitekim ekonomideki daralma siyasi iktidar tarafından da kabul edilmektedir. Daha önce ortalama 5,5 olarak hedeflenen büyüme 2019 için büyüme hedefi 2,3’e düşürülmüştür. Bu hedefin oldukça iyimser olduğunu büyümenin daha da küçük olacağını söylemek mümkündür. 2,3’lük büyüme hedefi ekonomide durgunluğun itirafıdır. Bunun maliyeti işsizlik olacaktır.
Türkiye ekonomisindeki kriz güncel politik gelişmelerin etkisiyle sınırlı olmayan yapısal bir meseledir. Döviz krizinin ana etkeni, Türkiye’ye yabancı sermaye girişlerinin düşmesidir: Mart-Haziran 2018’de önceki yıla göre yabancı sermaye girişleri yüzde 85 oranında düşmüştür. ABD Merkez Bankasının düşük faiz politikası nedeniyle uzun yıllar boyunca Türkiye dahil pek çok ülke ucuz dövize (sıcak paraya) dayalı bir büyüme gerçekleştirdi. Ancak birkaç yıldır bu sürenin sona ermekte olduğu biliniyor.
Türkiye’nin 2018 krizini küresel kapitalizmin yapısal koşullarından bağımsız olarak değerlendirmemeliyiz. Yapısal koşulları zaten oluşmuş olan bu kriz ortamının ilk örneğinin Türkiye olması da kuşkusuz, Türkiye’nin iç sorunlarının yoğunluğuyla ilgilidir. Hukukun üstünlüğünün yadsınması, hukuk, adalet ve denetleyici kurumların çökertilmesi; ekonomi bürokrasisinde liyakat ilkelerinin yadsınarak ahbap-çavuş kapitalizmine dayalı bir örgütlenme modelinin dayatılmasıdır. Türkiye’nin 2018’de başlayan ekonomik krizi, bir yandan çarpık biçimde küreselleşen dünya ekonomisinin rantlarından pay kapmaya çalışan, ancak bir yandan da “yerli ve milli olsun” söylemiyle pekiştirilen küresel neoliberalizmin sonucudur.
KRİZE KARŞI SOSYAL POLİTİKA ÖNERİLERİ
Ekonomik krizin doğrudan bir sonucu olarak yükselen enflasyonun emekçilerin alım gücünü düşürücü bir etki yaratacağı, gelir dağılımını bozacağı ve işçileri daha da yoksullaştıracağı sır değil. Ekonomik krizin doğrudan sonucu emeği ile geçinenlerin yaşam koşullarının ağırlaşması olacaktır.
Döviz ve borç krizinin domino etkileri başladı.Enflasyon, döviz fiyatlarını izleyerek hızlandı; reel ücretler, emekli aylıkları aşınmaya başladı. Ekonomi, ilk altı ayda durgunlaştı, sonra küçülmeye başladı. Döviz borçlusu kimi şirketlerin iflas haberleri gelmeye başladı. Krizin, artan işsizlik ve yoksulluk biçimlerinde bir toplumsal bunalıma dönüşmesi gündemdedir.
Oysa işçiler krizin yaratıcısı ve sorumlusu değiller. Bu nedenle krizin faturasının işçilere, çalışanlara kesilmesi kabul edilemez. Ciddiyetten ve içerikten yoksun “aynı gemideyiz” söylemiyle krizin bedeli işçilere ve kamuya ödettirilemez.
Krize karşı uygulanacak politikalar tartışılmaya başlandı. Hükümet panik içinde, kararsız ve hareketsizdir. 20 Eylül 2018 tarihinde açıklanan ve Yeni Ekonomik Program adı verilen Yeni Ekonomik Program krize karşı etkili ve kalıcı çözümler getiren, işsizlik ve enflasyonla mücadele edebilecek bir program değildir. Program afaki rakamlarla sorunu geçiştiriyor. Programın hazırlanmasında sermayenin görüşleri alınırken emek kesiminin görüşlerinin alınmaması kabul edilemez.
Yeni Ekonomik Program işsizlik ve enflasyona karşı kalıcı önlemler içermezken işçi haklarına dönük yeni saldırıların işaretlerini taşıyor. İşçiler açısından kapanmış ve tartışılması söz konusu olmayan kıdem tazminatı fonu tekrar gündeme getiriliyor, esnek çalışmanın artırılmasından söz ediliyor. Krizle uzaktan yakından ilgisi olmayan bu konular krizin faturasını işçilere kesmek için gündeme getirilmektedir. Hükümeti kıdem tazminatı fonu ve esnek çalışma konularını gündeme getirmemesi için uyarıyoruz.
Sermaye çevreleri, borç krizini devlete (kamu maliyesine) ve işçilere yıkan yöntemleri tezgâhlamaya çalışıyor. Döviz borçlusu şirketlerin banka kredilerini yeniden düzenleyen; vadesini, ödeme koşullarını hafifleten, hatta silebilen bir düzenleme öneriliyor. Finansman yükünün devlet maliyesi tarafından üstlenilmesi söz konusudur. Şirketleri ve bankaları devlet bütçesi aktarımlarıyla kurtarmak, halkın sırtından astronomik bir vurgun anlamına gelir.
Türkiye borçlu bir ülkedir ama bu borç işçi sınıfının borcu değildir. Borcu yüzde 1 yarattı bu nedenle borcun yüzde 99’un sırtına yüklenmesi kabul edilemez. Borç krizinin maliyeti borçlardan yararlanan sermaye çevreleri arasında paylaşılmalıdır. Kriz koşullarında “alacaklıları”, yani uluslararası finansal sermayeyi kurtarmayı temel alan bir yaklaşım kabul edilemez. Uluslararası sermaye, batık kredilerinin maliyetini genel hukuk kuralları içinde üstlenmelidir. Hazinenin bu tür kredi sözleşmelerine ilişkin yükümlülüğü söz konusu olamaz.
İşçi sınıfının krizin maliyetini üstlenmemesi için, mevcut hakları korumaya yönelik aktif bir strateji gereklidir. Kriz döneminde işçileri korumak için politika alternatifleri vardır. Toplumcu ve kamucu ekonomik politikalar ile krize karşı emekçileri korumak mümkündür. Sendikaların kriz dönemlerinde “taviz pazarlığı” ve “fedakârlık”söylemi yerine emekçileri koruyacak ve geniş kitleler tarafından sahiplenilecek politikaları savunması gerekir. Sendikal hareket sadece kendi üyelerinin değil toplumun yüzde 99’unun çıkarlarını savunmalı ve krize karşı tüm emekçilerin çıkarlarını savunacak bir hat oluşturmalıdır.
Bu çerçevede DİSK krize karşı aşağıdaki önerileri gündeme getirmekte ve hayata geçirilmesi için tüm işçilerle ve emek örgütleriyle birlikte hareket etme kararlılığında olduğunu ilan etmektedir.
Ücretlerdeki Kayıplar Karşılanmalıdır
Toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçilerin ücretleri ile diğer bütün çalışanların 2018 ücret artışları daha şimdiden enflasyon ve artan vergi dilimi nedeniyle ciddi kayba uğradı. Asgari ücret artışı enflasyonun oldukça gerisinde kaldı. TÜİK verileri 2017’den itibaren özellikle sanayide reel ücretlerde önemli gerilemeler olduğunu ortaya koymaktadır. Reel ücretlerdeki düşüş eğilimi yüksek enflasyon döneminde de devam edecektir.Bu nedenle yılbaşı beklenmeksizin ücretlerdeki kayıplar telafi edilmelidir.
Sendikalar kriz dönemlerinde kemer sıkma ve fedakârlık önerilerine karşı işçilerin alım gücünü koruyan ve ücretlerin artışını savunan politikalarla çıkmalıdır. Emekçilerin alım gücünün artması ekonomik krizden çıkış için de oldukça önemlidir.
Asgari Ücret Yıl Sonu Beklenmeden Derhal Yeniden Belirlenmelidir
Bilindiği gibi asgari ücret 2018 yılında yüzde 14 oranında artırılarak 1603 TL olarak saptanmıştı. Asgari ücret miktarının ve artış oranının yetersiz olduğu asgari ücret saptanırken DİSK tarafından gerekçeleriyle açıklanmış ve asgari ücretin 2018 yılı için 2 bin 300 TL olması gerektiği vurgulanmıştı. Aradan geçen zaman bu talebimizin haklılığını ortaya çıkardı.
Asgari ücret gerek döviz cinsinden gerekse enflasyon karşısında eridi. Ocak 2018’de 435 ABD Dolarına karşılık gelen asgari ücret Eylül 2018’de 250 ABD Dolarının altına geriledi.
Yıl sonu enflasyonunun yüzde 20-25 bandında gerçekleşeceği sır değil. Böylece asgari ücret erimeye devam edecek. Bu nedenle tüm ücretli çalışanlar için baz ücret olan ve ücretli çalışan herkesi ilgilendiren asgari ücret vakit kaybetmeksizin yeniden belirlenmelidir.
İş Kanunu’nun 39. maddesine göre asgari ücret en geç iki yılda bir belirlenir. Dolayısıyla asgari ücretin bir yıl dolmadan belirlenmesinin önünde yasal bir engel yoktur. Dahası geçmişte asgari ücretin altışar aylık dönemlerle arttığı biliniyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonu derhal toplanarak ve krizin yarattığı tahribatı dikkate alarak 2018’in son dört ayı için asgari ücreti yeniden belirlemelidir. Asgari ücret artışı genel ücret artışını da sağlayacaktır.
Tüm Ücretlere Derhal Enflasyon Zammı Yapılmalıdır
Enflasyondaki beklenmedik artış 2018 ücretlerini şimdiden eritti. Genellikle bir önceki yılın enflasyonundan hareketle belirlenen 2018 ücretlerinde ciddi kayıplar yaşandı. Özel sektör işçilerinin yüzde 95’i toplu iş sözleşmesinden yoksun olduğu için enflasyon karşısında ciddi kayıplar yaşamaları söz konusudur.
2018 yılı ücretleri gerek toplu iş sözleşmesi kapsamında gerekse sendikasız işçiler için revize edilmeli ve ücretlere enflasyon kaybını karşılayacak ek zam yapılmalıdır.Sendikalar telafi zammı talebinde bulunmalı. Toplu iş sözleşmeleri protokoller yoluyla ücretler açısından revize edilmelidir. Sendikasız işçilerin iyileştirme talebi için de kamuoyu oluşturulmalıdır.
Kadroya Alınan Taşeron İşçilerin Ücretleri Derhal İyileştirilmelidir
Bilindiği gibi sayıları bir milyona yaklaştığı ifade edilen kamudaki taşeron işçiler 2018 yılında tartışmalı yöntemlerle kadroya alındı. DİSK olarak kadroya alınma sürecinde yaşanan olumsuzluklara ve ayrımcılıklara dikkat çekmiştik.
Bu olumsuzluk ve ayrımcılıklardan en önemlisi kadroya alınan taşeron işçilere ikinci sınıf kamu işçisi muamelesi yapılması ve ücretlerinin mevcut kamu işçisinin çok altında tutulmasıydı. Bilindiği gibi kadroya alınan taşeron işçilere 2018, 2019 ve 2020 yılları için 6 ayda bir yüzde 4 zam verilmesi söz konusu. Böylece kadroya alınan taşeron işçilerin ortalama yıllık zam oranı yüzde 8 civarında kalacaktır.
Kadroya alınan taşeron işçilerin tabi oldukları mevzuat ve toplu iş sözleşmesi nedeniyle enflasyon farkından yararlanması mümkün olamayacak. Bu taşeron işçilerin ücretlerinde büyük kayıplar yaşanmasına ve ücretlerinin asgari ücret seviyesine gerilemesine yol açacak.
Bu nedenle derhal düzenleme yapılarak, taşeron işçilerin öncelikle enflasyon oranında zam alması ve ardından da kadroya alındıkları işyerlerinde halen çalışan eski kamu işçilerine eş değer ücret almaları sağlanmalıdır.
Emekli Aylık ve Gelirleri Derhal Güncellenmelidir
Bilindiği gibi emekli aylık ve gelirleri oldukça yetersiz ve adaletsizdir. Aynı koşullarda emekli olanlar arasında büyük farklılıklar yaşanmaktadır. Dahası emeklilerin ve hak sahiplerinin kayda değer bir bölümü asgari ücretin altında aylık ve gelir almaktadır.
Ekonomik krizin en çok etkilediği kesimlerin başında emekliler gelmektedir. İlk adım olarak asgari ücret altında olan tüm emekli aylık ve gelirlerin derhal asgari ücret düzeyine çıkarılması gerekir. Asgari ücretin altında emekli aylığı ve geliri olmaması için yasal düzenleme yapılmalıdır.
Bir diğer adım olarak emekli aylık ve gelirlerine sadece enflasyon değil milli gelir artışı da dikkate alınarak zam yapılmalıdır.
Vergiler Düşürülmelidir
Türkiye dünyanın en adaletsiz vergi sistemlerinden birine sahiptir. Vergilerin dörtte üçü ücretliler ve tüketiciler tarafından ödenmektedir. Çalışanları krize karşı korumanın önemli yollarından biri ücretler üzerindeki vergilerin düşürülmesidir. Çalışanların vergi yükünün düşürülmesi net ücretlerin artmasını sağlayacaktır.
Asgari Ücret Net Ödenmeli ve Gelir Vergisi Yükü Düşürülmelidir.
İşçilerin gelirlerini artırmak için asgari ücret net olarak ödenmelidir. Asgari ücretten hiçbir suretle vergi kesilmemelidir.
Öte yandan vergi dilimleri gözden geçirilmelidir. Yüzde 15’lik ilk dilim vergi oranı vergi dilimleri korunarak yüzde 10’a düşürülmeli. Vergi dilimleri en az enflasyon ve milli gelir artışı oranında yükseltilmelidir. Böylece düşük gelirlilerden daha az gelir vergisi alınmalıdır. Yüksek gelir grupları için yeni vergi dilimleri oluşturulmalı ve yüksek gelir gruplarının vergi oranları artırılmalıdır.
KDV ve Diğer Dolaylı Vergiler Düşürülmelidir
KDV ve dolaylı vergiler emekçilerin üzerindeki en önemli yüktür. Dolaylı vergiler adaletsizdir. Gelirleri ne olursa olsun herkes aynı tüketim vergisini ödemektedir. Türkiye’de temel vergi kaynağı dolaylı vergilerdir. Oysa adil bir vergilendirme için temel vergi kaynağı gelir ve servet olmalıdır. Bu nenenle dolaylı vergiler düşürülmelidir. Öncelikle halkın yoğun olarak tükettiği temel tüketim mallarında KDV kaldırılmalı veya ciddi oranda düşürülmelidir. Özellikle elektrik, su, doğalgaz, ulaşım ve iletişim üzerindeki tüketim vergileri düşürülmelidir.
Kamusal Mal ve Hizmetlere Zam Yapılmamalıdır
Krize karşı çalışanların korunması için fiyatları kamu tarafından belirlenen ve geniş kesimlerce tüketilen hizmetlerin fiyatlarına zam yapılmamalıdır. Eğitim, sağlık ve benzeri kamusal hizmetlerden alınan bedellere arttırılmamalı, dahası bu bedeller kaldırılarak eğitim, sağlık tümüyle ücretsiz olmalıdır. Kamu ulaşım bedellerine ve hanelerde tüketilen elektrik, su ve doğalgaza zam yapılmamalıdır.
Üretken Olmayan Yatırımlar Durdurulmalıdır
Türkiye’de kamusal kaynaklar uzun bir süredir betona gömülmektedir. Türkiye yıllardır ucuz dövize dayalı borçlanma politikası uyguladı. Ancak kullanılan bu kaynaklar üretken yatırımlar yerine betona gömüldü. İnşaata dayalı bir büyüme politikası izlendi.
Kamusal kaynakların üretken alanlara yatırılması gerekir. Bu nedenle başta Kanal İstanbul olmak üzere ciddi kaynak israfına yol açacak gereksiz yatırımların derhal durdurulmasını istiyoruz.Bunun yerine istihdam sağlayıcı yatırımlara yönelmek gerekir.
Toplu İşten Çıkarmalar Yasaklanmalı ve Yargı İznine Bağlanmalıdır
Krizin en önemli sonucunun işsizlik olacağını, ekonomik krizin işletmeler üzerinde yaratacağı yükün en kestirme yol olarak işçilerin işten çıkarılmasıyla sonuçlanacağını ve hatta pek çok şirketin krizi fırsata çevirmeye çalışacağı biliniyor.
Kriz dönemlerin toplu işten çıkarmalar yasaklanmalı, işçiden ve işletmeden kaynaklı geçerli nedene dayalı işten çıkarmalarda yargı izni aranmalıdır. Bilindiği gibi mevcut sitemde işten çıkarılan işçi mahkemeye başvurmakta ve işe iade istemektedir. Bu yöntem tersine çevrilmeli ve ekonomik gerekçeli işten çıkarmalarda işveren mahkemeden izin almalıdır.
İşsizlik Sigortası Fonu Krize Karşı İşçiler Yararına Kullanılmalıdır
İşsizlik Sigortası Fonu siyasal iktidarın arpalığı olmaktan çıkarılmalı ve krizde işçi sınıfını koruyacak bir mekanizmaya dönüştürülmelidir.
4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu kriz dönemlerinde özel uygulamalar yapılmasına olanak tanımaktadır. Kanunun Ek 2. Maddesi “Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle” kısa çalışma ödeneği ödenmesine olanak sağlamaktadır. Kanundaki “Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebepler” işsizlik sigortasının yararlanma koşulları ile Ücret Garanti Fonu için de kullanılmalıdır. Bu çerçeve kanunda değişiklik yapılarak “Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebepler” olması durumunda işsizlik ödeneğinden ve Ücret Garanti Fonundan yararlanma kolaylaştırılmalıdır.
İşsizlik Sigortasından Yararlanma Koşulları Kolaylaştırılmalıdır
Krizin en önemli sonucu işsizlik olacağı için kriz koşullarında işsizlik sigortasından yararlanma koşullarının esnetilmesi gerekir. İşsizlik sigortasından yaralanmak için son üç yılda 600 gün olan yararlanma koşulu 180 güne indirilmeli ve işsizlik ödeneklerinin miktar ve süresi uzatılmalıdır. İşsizlik Sigortası Fonu’nda birikmiş kaynaklar (yaklaşık 125 milyar TL) kriz koşullarında işsizlerin korunmasını sağlayacak düzeydedir. Örneğin 1 milyon kişiye bir yıl boyunca asgari ücret düzeyinde işsizlik sigortasının ödenmesinin karşılığı 19 Milyar TL’dir.
Ücret Garanti Fonundan Yaralanma Koşulları Genişletilmelidir
4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nda yer alan ve işverenin ödeme aczine düşmesi durumunda işçi alacaklarının korunmasını amaçlayan Ücret Garanti Fonu uygulaması iyileştirilmelidir. Mevzuat halen işçilerin üç aylık ücret alacaklarını garanti altına almaktadır. Bu süre en az 6 aya çıkarılmalı ve tüm işçi alacaklarını kapsamalıdır. İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yapılan bu ödemeler daha sonra işverenlerden tahsil edilmelidir.
Kısa Çalışma Ödeneği Uygulamasına Olanak Sağlanmalıdır.
4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu “Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle” haftalık çalışma sürelerinin önemli ölçüde düşmesi durumunda işçilere sözleşmeleri sona erdirilmeksizin kısa çalışma ödeneği verilmesine olanak sağlamaktadır. Bu yöntem kriz dönemlerinde işçilerin işlerini korumaları için önemli bir araç olarak işlev görebilir. Gerçekten ekonomik zorluklarla karşı karşıya olan şirketler işçi çıkarmak ve daralmak yerine kısa çalışma ödeneğinden yararlanmalı ve böylece istihdam korunmalıdır.
Krize Karşı Önlemleri Tartışmak Üzere Ekonomik ve Sosyal Konsey Derhal Toplanmalıdır
Krize karşı alınacak önlemler toplumun tümünü ilgilendirmektedir. Bu nedenle krize karşı ne yapılacağı tek başına bir kişiye veya sermaye örgütlerine bırakılamaz. Krize karşı önlemler toplumun önünde açıkça tartışılmalıdır. Kapalı kapılar ardında krizin yükünü emekçilere yıkacak bir yöntem kabul edilemez. Türkiye’de krize karşı önlemlerin ele alınacağı ve tartışılacağı çeşitli anayasal ve yasal platformlar söz konusudur. Bu mekanizmalar işletilmeli ve krize karşı önlemler bir tek adam zihniyetine hapsedilmemelidir.
Ekonomik ve Sosyal Konsey (ESK) 2010 Anayasa değişikliğinden bu yana anayasal bir kurumdur. Anayasanın 166. maddesine göre ESK ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında danışma niteliğinde görüşler oluşturan bir kurumdur. ESK işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan üç taraflı bir yapıdır. Ancak ESK’nin yılda üç kez toplanması yasal bir zorunluluk olmasına rağmen, 2009 yılından bu yana ESK toplantısı yapılmamıştır.
Anayasal bir organ olan ESK’nin toplanmaması anayasa ihlalidir. Öte yandan içinde bulunduğumuz kriz koşulları ESK’nin toplanmasını zorunlu kılmaktadır. ESK derhal toplanmalı ve krize karşı alınacak önlemler taraflarca açıkça dile gerilmeli ve tartışılmalıdır. “Aynı gemideyiz” nakaratını tekrarlayanların aynı gemide olduklarını iddia ettikleriyle konuşmaması, görüş alışverişinde bulunmaması manidardır.
DİSK olarak başta ESK olmak üzere, Üçlü Danışma Kuruluve Çalışma Meclisi gibi çok taraflı yapıların derhal toplanmasını ve kriz konusunun ve alınacak önlemlerin buralarda geniş biçimde tartışmaya açılmasını ve kamuoyuna sunulması gerektiğini düşünüyoruz.