RIZA TÜRMEN*, T24
Cumhuriyet radikal bir çağdaşlaşma projesi. Rönesansı, aydınlanma çağını, endüstri devrimini kaçıran Osmanlı İmparatorluğu, uğradığı askeri yenilgiler sonucu Batı’nın ne denli gerisinde kaldığını anlayınca, Tanzimat’la birlikte reformlar dizisini başlattı. Ancak yapılan reformlar mevcut yapıyı saklı tutarak bu yapıya eklentiler niteliğindeydi.
Cumhuriyetle bu değişti. Atatürk sorunun bir uygarlık sorunu olduğunu gördü. Sadece yeni bir devlet değil, yeni bir toplum yaratmayı da amaçlayan köklü devrimler gerçekleştirdi. Bir aydınlanma dönemi başlattı. Amaç, uygarlık trenini yakalamak, “muasır medeniyet” düzeyine ulaşmaktı. Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti temellerinde yeni bir uluslararası düzenin kurulduğu 2. Dünya Savaşı sonrası döneminde yeni Türkiye, serbest seçimlerin yapılmasının da etkisiyle, demokratik devletler kulübüne girdi. NATO, Avrupa Konseyi gibi demokrasiyle yönetilen ülkelerden oluşan uluslararası kuruluşlara üye oldu. Askeri darbelerle demokrasinin kesintiye uğradığı dönemlerde bile bu kuruluşlardaki üyeliğini sürdürdü. Bunda askeri yönetimlerin kısa bir süre içinde demokrasiye geçiş vaadini vermelerinin ve bu vaatlerini yerine getirmelerinin önemli bir rolü vardı.
AKP iktidarıyla Cumhuriyet yön değiştirdi. Özellikle 2010 yılından sonra AKP iktidarı, izlediği politikalarla başka bir uygarlık projesini gerçekleştirme peşinde olduğunu gösterdi.
Sn. Cumhurbaşkanı ve AKP Başkanı’nın 2017 yılında İbni Haldun Üniversitesi’nde Medeniyetler Şurası Toplantısı’nda yaptığı konuşma, kendi uygarlık anlayışının çizgilerini ortaya koyması bakımından önemlidir. Bu konuşmada Sn. Erdoğan din ile uygarlığı bütünleştirir. Ona göre, “dinin bir maksadı medeniyetin korunması”dır. “Din, medeniyetin bir şemsiyesidir. … Medeniyetlerin özünü inançlar belirler.” “İslam medeniyeti toplumsal hayatın her alanını ihata eden bir anlayış üzerine kuruludur.”
Oysa din ile kültürü karıştırmamak gerekir. Kültür, belirli bir etnik gruba ya da bir ulusa ait inançlar, örf ve gelenekler, folklor, ritüeller, musiki, yemekler gibi özellikleri içerir. Uygarlık ise evrensel. Bir topluluktan başka bir topluluğa transfer edilebilir. Transfer edilen değerler ya da teknoloji olabilir. Uygarlık farklı kültürleri kapsar. Belirli bir uygarlığın içindeki uluslar, gruplar farklı kültürlere sahip olabilirler. Kültür sabittir. Uygarlık ise değişken. Sürekli bir gelişme içindedir. Bir uygarlıkla başka bir uygarlık karşı karşıya gelemez. Çünkü yaşayan, geçerli olan tek bir uygarlık bulunmakta. Ancak uygarlıkların da bir ömrü var. Sn. Erdoğan da bunu söz konusu konuşmasında İbni Haldun’a gönderme yaparak belirtiyor. “Medeniyetlerin, tıpkı insanlar gibi ömürleri var.” diyor. Tarihte birçok uygarlıkların doğduğunu, yükseldiğini ve kaybolduğunu görüyoruz. Eski Mısır, Eski Yunan, İslam uygarlıkları gibi. Uygarlıklar bir zincir. Hepsi birbirini etkiliyor. Gerçekte hiçbiri tamamen ortadan kalkmıyor. Yeni doğan, bir sonraki uygarlığa ekleniyor.
Günümüzde de geçerli olan bir uygarlık var. Bu uygarlık Batı’dan doğdu. Ama artık Batı’nın değil, bütün insanlığın. Yüzyıllar süren gelişme sonucu insanlığın ulaştığı nokta bugün gelinen yer. Gelecekte bu uygarlık daha ileriye gidecek. Günün birinde sona erecek. Başka bir uygarlık doğacak.
Türkiye’nin Cumhuriyet’le başlattığı bir uygarlık savaşı. Günümüzdeki evrensel uygarlığı her alanda yakalama, bilimde, sanatta, eğitimde, özgürlükte demokraside, hukukta evrensel standartlara ulaşma çabası.
Sn. Erdoğan yukarıda değinilen konuşmasında “bir medeniyetin inşası değil, ihyası hareketi içindeyiz” diyor. “İhya” edilmek istenen İslam uygarlığı. “İhya”nın sözcük anlamı canlandırmak. Dolayısıyla Sn. Erdoğan da İslam uygarlığının günümüzde yaşayan bir uygarlık olmadığını kabul ediyor. İslam uygarlığı günümüzde yaşayan uygarlığın oluşmasında önemli bir rol oynamış, onu etkileyen önemli unsurlardan biri. Ama başka uygarlıklar gibi, İslam uygarlığı da bir sonraki uygarlığın içinde erimiş.
Sn. İbrahim Kalın geçenlerde bir televizyon programında “150 yıldır modernleşme adı altında bize başkalarının hikayeleri anlatıldı. Artık kendi hikayemizi yazma zamanı geldi.” ifadesini kullandı. Bu sözler Cumhuriyet’in çağdaşlaşma projesiyle bağdaşmıyor. Cumhuriyet, uygarlık yarışında geri kalmış bir toplumu uygarlık trenine bindirmeyi amaçlayan bir proje. Bu yolda yürümeyi başardıkça, daha ileri bir toplum oldukça “başka” bir toplum olacağız. Bu başkasının öyküsü değil, kendi öykümüz. Ama bu demek değil ki, kendi kültürümüzden, geleneklerimizden, adetlerimizden, inançlarımızdan vazgeçeceğiz. Sorun çağdaş uygarlığın değerleriyle kendi kültürümüz arasında doğru bir sentezi yakalamak. Bunu gerçekleştirebildiğimiz ölçüde huzur ve barış içinde yaşayan, kutuplara bölünmemiş bir toplum olacağız.
Sn. Erdoğan’ın ve Sn. Kalın’ın söyledikleri, Samuel Huntington’un “Uygarlıklar Çatışması” adlı kitabında ileri sürdüğü görüşlerden farklı değil. Huntington’a göre de, uygarlık inançlardan oluşur. İslam dünyası ile Protestan ve Katolik uluslardan oluşan Hristiyan dünyası arasında bir uygarlıklar çatışması kaçınılmaz. Evrensellik, Batı uygarlığı için tehlikelidir. Batı kültürünün bozar. O nedenle inançlardan oluşan uygarlıklar evrensellik, çok kültürlülük gibi kavramlardan uzak durmalı içe dönük, kapalı bir yaşam sürdürmelidir.
Bu görüşlerin yanılgısı, Batı ile İslam dünyası arasındaki sorunların farklı uygarlıklara aidiyetten kaynaklandığı noktasından hareket etmesi. Oysa Batı ile dünyanın geri kalan bölümleri arasındaki sorunların kaynağı din değil, ekonomik eşitsizlikler. Bu eşitsizliklerin doğurduğu göç sorunu ve buna bağlı olarak Batı’da uyanan ırkçılık, aşırı sağ tepkiler.
Kaldı ki, Batı da, İslam dünyası da monolitik bloklar değil. Farklı kültürlerden oluşuyorlar. Ama kültürel farklılıklar aynı uygarlığın içinde bulunmalarına engel değil. Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti İslam dünyasının da Batı’nın da ortak değerleri. Belirli bir inancı benimsemekle uygarlığın değerleri arasında bir çelişki yok.
Gerçek şu ki, AKP iktidarı döneminde Türkiye çağdaş uygarlıktan uzaklaştı. Her alanda Türkiye’nin ortalaması düştü. Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti alanlarında olduğu kadar, sanatta, kültürde, eğitimde de evrensel uygarlığın standartlarıyla arasındaki mesafe büyüdü. Türkiye giderek çağdaş uygarlıktan kopuk, içine kapanık, kendi icat ettiği düşmanlarla çevrili bir dünyada yaşayan, otoriter, baskıcı bir rejimle yönetilen, umutsuz insanların yaşadığı bir ülke oldu.
Türkiye’nin Batı ile sorunlarının temelinde çağdaş uygarlık değerleriyle AKP Türkiyesi’nin değerleri arasındaki uyumsuzluk yatıyor. Ortak uygarlık değerlerinden kopması, Türkiye ile ilgili olarak Batı kamuoyunda olumsuz bir izlenim doğmasına ve Türkiye’nin yalnızlaşmasına yol açtı. Demokrasi ile yönetilmeyen bir ülkenin demokratik devletler topluluğunun bir üyesi olmasının yarattığı bir rahatsızlık var. “Başkalarının ne düşündüğü umurumuzda değil. Biz yerli ve milliyiz. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. Bu batılı ülkeler önce kendilerine baksınlar” gibi ulusalcı bir söylem, iktidar tarafından iç politika malzemesi olarak kullanılıyor. Ama bu söylem Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik, siyasal sorunlar yumağına çözüm getirmiyor. Tersine yumağı büyütüyor.
Türkiye’nin Cumhuriyet’in temelinde yatan uygarlık projesine yeniden dönmesi, her alanda uygarlık yarışına yeniden girmesi için her şeyden önce bir demokratikleşme süreci başlatması gerekiyor. Günümüzde çağdaş uygarlıktan söz edebilmenin yolu demokrasiden, özgürlüklerden geçiyor. O nedenle Türkiye’nin yeniden demokrasiye kavuşması sadece bir rejim sorunu değil, aynı zamanda bir uygarlık sorunu.
* Rıza M. Türmen: Hukukçu, diplomat ve eski milletvekili. Eski avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargıcı (AİHM). DİB sözcüsü
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.