Küresel iklim krizinin şu anda şiddetlendirdiği orman yangınları ve seller dünyanın birçok ülkesiyle birlikte Türkiye’yi de olumsuz yönde etkiliyor. Yaşamı ve yaşatmayı esas almayan, sadece daha çok kar adına insanı ve doğayı yıkıma sürükleyen “bırakınız geçsinler bırakınız yapsınlar” felsefesinden güç alan kapitalizm dünyayı uçurumun eşiğine getirdi. Bundandır ki orman yangınları ve seller, önceki dönemlerde görülmemiş bir yıkıcılığa ulaştı.
Ancak orman yangını da sel de son kertede deprem gibi doğa olaylarıdır. Bu doğa olaylarını bir felakete dönüştüren ise; şirket-devlet ilkesi çerçevesinde hareket eden tek adam rejiminin ta kendisidir, yaşanan her krizden rant üretmeye çalışan bu felaket kapitalizmidir.
Pandeminin yarattığı tahribatın sorumluluğunu; “gerekli önlemleri almayan vatandaşlara” yüklemeye çalışan, sokaklardaki açlık ve yoksulluğun gündeme getirilmesini “onları da siz besleyiverin” pişkinliği ile yanıtlayan, yangında can veren ibibiğimize “beyaz et” deyiveren, orman yangınlarına yetersiz müdahalenin sorumluluğunu belediyelere yıkmak isteyen, her krizde yalnız ve çaresiz kalan vatandaşlara destek olmak yerine IBAN göndererek avuç açan devlet anlayışı doğa olaylarını bir yıkıma, birer felakete dönüştürmektedir.
Üzerinden geçilmeyen köprülere, uçak inmeyen havaalanlarına döviz cinsinden yapılan garanti ödemelerle kaç yangın uçağı filosu hazır bekletilebilirdi?
Ülkenin yolsuzluklarda çarçur edilen kaynaklarıyla kaç kadrolu orman işçisi istihdam edilebilirdi?
Saray rejimini konsolide etmek için yurtdışında girişilen anlamsız askeri maceralarda harcanan kaynaklarla, Rusya’dan alınan ve ne yapacağı bilinemeyen 2 milyar dolarlık S-400’lere saçılan paralarla kaç hektar ormanımız, ne kadar canımız kurtarılabilirdi?
Kürt halkına anadilinde yaşam ve yerel demokrasi hakkı tanımamak için sürdürülen operasyonlara, cephe cephe gezdirilen cihatçı ordularına harcanan alın terimizle kaç yangın söndürülebilirdi?
Artık halkın, toplumun, doğanın, insanca ve güvenceli bir yaşamın savunusunun temel öncelik olacağı bir düzene ihtiyacımız var. Şirketleri değil toplumu savunacak bir modeli kurmak zorundayız. Toplumsal kaynaklarımızı bir avuç zengin yaratmak için değil yaşamı savunmak için seferber etmek durumundayız.
Şirket-devleti ve onun yaşam kaynağı saray rejiminden kurtulmak, geleceğimizi kazanmak için bir halkçı seçenek ekseninde buluşmak, birleşmek, tüm ezilen sınıf ve kimlikleri de bu eksende birleştirmeye mecburuz.
Her krizin halk için bir aydınlanma fişeği olduğunu bilen iktidar ise yangını söndürme, halkın yaralarını sarma noktasında pek de ortada gözükmezken eleştirileri susturmak için gözaltıları ve soruşturmaları ile hazır ve nazır. Yol kesen, eli silahlı linçci güruhlara yol verirken yangın söndürme ekiplerine destek veren dayanışmacı halk güçlerinin desteğini yasaklamak istiyor. Bakanı eleştiren yurttaşı gözaltına alırken TV programı basan çete uzantılarına kol kanat geriyor.
Ancak, demokrasi güçlerinin her geçen gün daha da artan kararlılığı ve birleşik gücü, bu niyetleri boşa çıkaracak yeteneğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Orman yangınını, depremi, seli felakete dönüştüren demokrasi noksanlığıdır.
Nitekim halkın iktidarı denetleyebildiği, iktidarın halka hesap verme baskısı altında tutulduğu gerçek bir demokraside yaşıyor olsaydık, diğer afetler gibi bu yangın da bu denli büyüyemez ve bu denli yıkıcı olamazdı.
Kapitalizmin doyumsuz kar hırsı ve halkın, doğanın çıkarları uyumsuzdur, demokrasi noksanlığı ise tam da bu uyumsuzluğa rağmen şirketlerin, sermayenin çıkarını halkın çıkarından üstün tutmak için vardır. Tek adam rejiminin kötücüllüğü bu kaynaktan beslenmektedir.
Hem bu karanlık rejimden hem de doyurulmaz kar hırsına yaşamlarımızı, ormanlarımızı, çoluğumuzu çocuğumuzu kurban verdiğimiz kapitalizmden kurtulmanın yolu demokrasi güçlerinin en geniş birliğini örgütlemekten geçiyor..
Demokrasi için Birlik
09.08.2021